1 Eylül 2005

Ne Çocuklar Ne De Sokaklar Suçlu Değildir Bu Yan Yana Gelişte

Eski zamanlardan kalma, masalsı bir iklimin hüküm sürdüğü o bildik ama yabancı, o yakın ama uzak, o soğuk ama sıcak ülkenin kına çiçeği kokulu sokağından bir çocuk geçiyor koşarak. Kırmızı, kadife pinaforunun sayvanlı eteği uçuşuyor, kırmızı tomtomlu beyaz çoraplarına sokağın çamurundan sıçrıyor ama aldırmıyor. Kâküllü, dümdüz saçları var çocuğun. Göz pınarlarında billûr gibi parlayan yaşları. O koştukça rüzgârla yarışarak, sokağı bir ana gibi, sokağı sevgiden yumuşacık bir mendil gibi siliyor yaşlarını. Hem de saklıyor babasından çocuğu. Bilir ki ana-babaların bazen ağır olur elleri, hoyrat olur, acıtır. Sokaktır çocuğun dert ortağı.

Ne o? Şaşırdınız birden. Evet evet! Onu demek istiyorum ben. Televizyonun karşısında oturmuş çerez yerken, karnınız tok, sırtınız bütün, bir küfür gibi, bir virüsten söz eder gibi 'sokak çocukları' diyorsunuz. Sokak Çocuklarından bahsediyorsunuz ağzınızda lezzetli lokmalar çiğnerken bir yandan. Ama ne çocuklar ne de sokaklar suçlu değildir bu yan yana gelişte. Tıpkı köprülerin suçlanamayacağı gibi kuytularında uyuttukları çocuklardan, sokaklar da suçlanamaz analığından.

Sadece sevgi yoksunu, hırpalanmış çocukları yoktur sokakların. Kapılarında durmuş yürekler gibi asma kilitlerin sallandığı, tepeden tırnağa hüzne kesmiş evleri de vardır. Ne yanından baksanız yalnızlığınızla göz göze gelirsiniz, ne yanından uzansanız, insansızlığın verdiği buz gibi bir yelin vınlamasıdır 'neredesiniz'? diye soran sesiniz. Bir sokağın, gece gündüz bağrında açan sarı sarmaşık gülleri gibidir boş evler. Gün geçtikçe yapraktan çok ıssızlık, çiçekten çok diken gibi batan bir yalnızlık büyütürler gövdelerinde. Hiç itiraz etmez sokak. Bağrını açar, sinesine yatırır kimsesiz çocuklar gibi boş evleri de.

İnsanın hayırsızı, vefasızı vardır da sokağın yoktur, bilesiniz. Gecenin bir yarısı, sımsıcak yatağınızdan çıkıp, yasağa ve tabuya inat sızarken kafesinizden dışarı, sokak değildir sizi ele veren, sokak değildir arkanızdan kem söz söyleyen. Sarhoşların itiraflarını, ayyaşların iç boşaltmalarını, öfkesine yenik düşmüş insanların küfürbazlıklarını, kavgaları, patırtıları, bağırış çağırışları, köşe başında buluşmaları, gizlice öpüşmeleri, duvarlarının gölgesindeki alelacele ve beceriksizce yaşanan sevişme anlarını birer nadide sır gibi özenle saklar sokak.

Gecenin içinde, yelesinden kırbaçlanan bir at gibi koşarken havvalar ademlere, ademler havvalara sokak hep uyuyormuş numarasına yatar, kibarca. Görür görmezden, bilir bilmezden gelir. Çünkü bilir sokak, bilgeliği biriktirdiklerinden, ortaya sermediklerinden, bağrına bastığı, kuytusunda sakladığı onca insan ve insanlıktan gelir.

Mesela, kaldırdığınız elinizi korkusuzca ve düşünmeden indirdiğiniz olmuştur karınızın ya da çocuğunuzun suratına da sokağınızın bunu haykırdığını duymamışsınızdır ezan gibi mikrofonlarda. Ama yüzünü asmıştır size, kokusuna biraz burukluk karışmıştır, duvar diplerinde büyüttüğü turunçtan zamansız birkaç meyve düşürmüştür yere. Güç alırlarcasına birbirlerinden, birbirlerine yaslanan evleri vardır ya, işte onların duvarlarındaki yaralara birkaç tane daha eklenmiştir belki sizin tokatınızla. Belki, o bahar çatlaklarında biten gabbarlar çiçek açmamıştır. Farkında değilsiniz, ne çare.

Mesela, suçunuzu inkâr etmişsinizdir, ya da iftira atmışsınızdır masum birisine. Yalan söylemişsinizdir, hiç olmazsa bir kere. Sonra ortaya dökülmüşse de iki yüzlülüğünüz ve yalanlarınız vurulmuşsa da yüzünüze sokağınızın bunda hiç suçu yoktur, olmamıştır, bilirsiniz. Ama kuşku yoktur ki utanmıştır bütün bunlardan. Sızlamıştır onca sırrın ağırlığından omuz başları. Hatta o günlerde, en sevdiği iğde ağaçlarından biri ölüp gitmişti sessizce de kimse anlam verememişti bu gidişe. Sonra... sonra ıssız evlerden bir duvar yıkılmış, ipek böceği kozalarıyla süslü, siyah beyaz bir düğün fotoğrafı, sırf yıkıntılardan bir mezarı olsun, sırf yabancı bir eve düşmesin diye intihar etmişti.

Ahh! Sokağım, çocukluğum, utancım, sırdaşım, yalnızlığım, kalabalığım, dostum, düşmanım, kızgınlığım, aşklarım, kokularım, tatlarım, sevişme ve hazlarım, düş ülkem, yasak bahçem, kardeşim-babam-annem... Ben.

Tijen Zeybek - Şubat 2004