10 Nisan 2003

Hey Çocuk!

Bütün çiçekler açtı işte. Ovalar yeşilin pembeyle delindiği, yeşilin sarıyla bölündüğü, sarının kırmızıyla oyuna durduğu bir tablo sanki. Hiçbir çiçeğin boynu bükük değildi dün. Hiçbir ağacın gövdesi suya hasret değildi. Oysa bir çocuk, at kuyruğu saçları, gözleri kırık kırık bakıyordu gazeteden. Başımı ne vakit doğaya dönsem, uzatıp minicik ellerini o kareden, kendinden yana döndürüyordu yüzümü. Yer deprem, gök kara dumandı. Yer safran sarısı, gök simsiyahtı. Orası Irak’tı.

Bir sardunya budağı bekleyip duruyordu toprağı. Çingene pembesiymiş rengi. “Ek bunu kocaman bir saksıya. Ek de şenlensin balkonunda.”dediydi annem. Nisan, çiçeklerin zamanı. Nisan, aşık olmak zamanı. Nisan, çingene pembesi sardunyayla bahara katılmak zamanı. Keşke Nisan, çocukların zamanı olsaydı. Kucağında sımsıkı sarıldığı battaniyesi, çorapsız, çıplak ayakları ve çingene pembesi elbisesiyle Iraklı bir çocuğun gözleri bu kadar acıtıcı bakmasaydı.

Hey çocuk! Bakma öyle gözlerini sığdıramadığın o kareden. Bakma sakın dünyaya. Dünya senin masum bakışlarının dünyası değil işte. Dünya can yakıcı, dünya kahredici. Ne kaldı geriye ailenden, ne kaldı ülkenden? Kimin aklına gelir çocuk, kimin aklına gelir sana sormak: Ne kaldı geriye senden? Iraklı çocuklar hapsolmuş karelere de gözleri susacak gibi değil. Iraklı çocuklar sıkıştırılmış kanlı, cesetli enstantanelere de bunlar gözlerini sığacak gibi değil. Minicik eller, minicik ayaklar kan revan içinde. Ama yine de en kötüsü o mana da, en kötüsü gözlerinden size bulaşan mahzun acıda.

Bir sardunya budağı duruyor hâlâ suda. Hevesle kök saldı anasından kopan ucu. Bak sardunya, senin renginde o kızın elbisesi de. Şimdi seni eksem toprağa, hemencecik, sıkı sıkı sarılırsın değil mi yaşama. Sarılırsın bilirim. Ya o çocuk? Bak nasılda dağılmış saçları bombaların rüzgârından. Bak nasılda çaresiz, nasılda acı dolu bakışları. Ne kadar da yapayalnız değil mi? Kim tutacak elinden, kim bastıracak göğsüne başını. Kim bilir sardunya, kim bilir nerede anası? Bak haberlerde ölü çocuk yüzleri gelince ekrana ben bir şahin gibi atılırım oğlumun üstüne. Sen bakma, derim. Sen içini acıtma. Bir el uzansa ona sardunya, hatta kötücül bir el sana uzanmaya kalksa nasılda dikilirim karşısına. Peki ama Nisan yağmurları yerine bombalar yağıyorsa gökten ne yapsın analar be sardunya, ne yapsın analar ha?

Sonsuza kadar uzanacak gibi bu dehşetin elleri. Sonsuza dek uzanacak gibi bu ateşin dilleri. Bütün yürekler yanık, bütün yaşamlar yarım artık Irakta. Analar çocuksuz, çocuklar anasız, babalar evlatsız ve her şey toz duman Irakta. Ben de öyleyim bundan sonra. Sen de öyle ol sardunya. Bir dalın çingene pembesi açarsa, bir dalın simsiyah açsın bundan sonra. Bir dalın yaşamaysa, bir dalın ölüme olsun. Ta ki gökten bomba yerine bereketli yağmurlar yağıncaya kadar. Bir yanım hiç uyumuyor benim sardunya. Bir yanım hiç dinlenmiyor. Sen de öyle rahatça uzanıp, yayılma artık toprağa. Her uzanışında toprakananın koynuna hatırla, hatırla da huzurun kaçsın sardunya. Iraklı, anasız çocukları unutma.

Hey Iraklı çocuk! Kucaklar dolusu buğday çiçeği topladım ya Mesarya’dan, kucaklar dolusu da utandım insanlığımdan. Çiçeklerin her dalında sana rastladım çünkü. Her çiçekte fotoğraf karelerine sığmayan gözlerinin kederinden keder buldum. Ey Irak’ın küçücük suratları hüzne kesmiş çocukları, kuş cıvıltılarıyla uyanıyorum ya kaç sabahtır, aslında kuş cıvıltısı sandığım yüreğimdeki sızıdır. Doğrulup yatağımdan kulak verince doğaya, anladım ki siz kolsuz bacaksız, siz evsiz barksız, siz anasız babasız kaldıkça kuş cıvıltıları da, bahar da, aşk da zehir zemberektir bana. Anladım ki insan olmak, insan olarak kalmak zor oldukça hayatta, ölüm bile tercih edilebilir pekâlâ. Anladım ki bundan sonra omuzlarımda kocaman bir yük olarak duracak kapkara gözlerinizdeki o derin mana.

Tijen Zeybek ( 9 Nisan 2003-Yenidüzen)