1 Eylül 2005

CEHENNEMİ DÜŞLÜYORUM

Uzun uzun yolculuklara çıkmalıyım. Bir tren hayal ediyorum binip binip gittiğim. Uçsuz bucaksız bir yalnızlık ülkesine yol alıyorum. O kadar uzun sürmeli ki bu yolculuk, o kadar çok insan inip binmeli ki, bir durakta inenlerle kaybolmalı diğerinde bulunmalı, sonrakinde yine kaybolmalıyım. Geçmiş benim bir parçam olmaktan çıkarken gelecek de sıradan günün akışkan ruhu olmaktan öteye gitmemeli. Her istasyonda soyunmalıyım. Her istasyonda kirli bir tuvalet bulup, soğuk, beyaz fayansların ortasında kaybolmuş aynalarda soluk benzimi aramalıyım.

Uzun uzun yolculuklara çıkmalıyım. Öyle geliyor içimden. Önümde uçsuz bucaksız çöller, hiç bitmeyecekmiş gibi süren yollar olmalı. Gece gündüze, toz ışığa karışırken ben de hayata savrulmalı, akışın bin bir türlü tezahüründen üzerimde izler aramalı, izlere yer açmalıyım. Ölesiye yorulmalıyım. Her şey geride kalmalı ben giderken. Bir çocuk, bir de çocukluk meselâ. Bir ev, bin alışkanlık. Bir ten olmalı yalnız. Bir ten, bin delilik, bir de ben meselâ. Bakalım neresinden başlarmış insan acımaya. Önce acır mı acıtır mı insan? Bilmek gerek. Dokunmak gerek tüm dokunulması yasaklanmışlara.

Alıp başı da, bedeni de, çekip gitmeli. İçine doğduğumuz odalar hücre, içinde olduğumuzu sandığımız yuvalarsa bir serap yalnızca. Ama çok güvenli. Çok rahat. İşte burada gizli her şey. Bir yanda dünya, bir yanda hayat, diğer yanda rahatlık, diğer yanda alışmak. Açıyorsun gözünü kırmızı saten çarşaflara. Tavanda allı morlu bir lamba. Yerde yumuşacık halılar. Sağında, bir ucu duvardaki fişte, diğeri zihninde gömülü bir telefon, solunda seni olduğun yere iyice mıhlayan bir televizyon. Yaşıyorsun, yaşıyoruz hayatın kurulu kısmını hem de hiç gocunmadan.

Ben en iyisi uzun bir yolculuğa çıkayım, diyorum. Atlıyorum bir trene. Tren de neyin nesi demeyin. Her düşün uzağıdır o. Bu yolculukta o kadar kalabalık ve değişken olmalı ki suratlar yapayalnız kalmak ne demekmiş o saat anlamalı insan, o saat fark etmeli ki yalnızlık dediğin bir derin deliktir içinde gizlediğin. Kim düşse kaybolur. At içine yoluna çıkan herkesi. At bakalım kapanır mıymış. En sona sakla kendini. En sona... Önce bir iyice yormalı bedeni. Ne yapılabilirse yapılmalı onunla. Tuzlu suda da, çamurlusunda da yüzmeli. Anne kim, fahişe kim öğrenmeli. Sahi neden hiç seçilmez yılın annesi fahişeler. Sormalı tabii, sormalı. Doğduğu andan itibaren kimindir çocuk? Öncesinde kimin? Bin türlü kayıt, bin bir türlü evrak, ne için? Bak ne diyor Şair;

Orda bir çocuk var içinde, o benim.
Gözlerimin içine bak anne,
bedenini parayla satan,
her gün onlarca erkekle yatan, benim.
Bir çığlık tırmalıyor kulakları,
arkasından yeni doğmuş çocuk feryatları,
çevirmeyin başınızı,
kan revan içinde onu doğuran benim.
Dünyaya geliş kayboluştur,
Tıpkı gidiş gibi.
Doğuran ve doğan vardır
Her ikisi de alabildiğine yalnızdır
Ve ayrıdırlar birbirlerinden
Tıpkı hayat ve ölüm gibi.

O halde hemen uzun bir yolculuğa çıkmalı. On sekiz yaşından küçüklerin giremeyeceği sokaklara dalmalı. Çocukların köprü altlarında uyuduğu, kadınların bir sakız parasına bedenini sattığı, erkeklerin sarhoş dolaştığı, yerleri bol balgamlı varoşlara bakmalı. Uzansın düşlerin uzak treni yasemin kokularının ve kınaçiçeğinin çoktan terk ettiği evlerin sidik kokulu odalarına. Bakın, insandır uzanmış yatan başka bir şey değil kaldırım kenarlarında, köşelerin kuytularında, ağaç kovuklarında.

Sorun bugün, bindiğiniz taksi gider mi Sabra?ya, Şatilla?ya. Bakın hangi tren, kimleri taşıyor Guantanamo?ya. Sokaklar insan dolu. Ahh, ne kadar da şık kadınlar. Hangi parfüm bu, hangi çiçeğin kokusu hapsedilmiş şişesine de sunulmuş 'hanfendilere'. Durup yolun ortasında soralım, soralım bakalım hangi marka satıyor Irak?ta kokusunu kan ve barutun. Ve kim sürmek ister bir parça kulak arkasına ve memelerinin arasına. Üstelik testerleri bedava. Haberiniz var mı, oralarda, uzaklarda bir yerlerde boynuna kadar toprağa gömülüp, taşlanarak öldürülmesine karar verilmiş bir kadın var, adı Amine Laval. Suçu evlenmeden bir erkekle sevişmekmiş. O zaman var mısınız soralım, bir kadının bedeni kime aittir diye? Ve koçan çıkabilir mi bedene ve ipotek altına alınabilir mi duygu.

Bir yolculuk istiyorum ve atlayıp trene, kapatıp gözlerimi, cehennemi düşlüyorum.

Tijen Zeybek (Ortam Gazetesi, Haziran, 2004)