21 Şubat 2003

Çok Geç Duydum, İçim Acıdı

Çok geç duydum ve içim acıdı. Çok acıdı. Eşi bulunmaz “devletimizin” örneksiz kurumlarından birinde, Devlet Hastanesinde el birliğiyle bir cinayet daha işlenmiş. Küçücük bir kız çocuğu, güzeller güzeli. Kısacık ömründe kanser illetine kafa tutmuş, bu ölümcül hastalığa rağmen ayakta kalmış ama işte sistemsizliğe, başıbozukluğa, çürümüşlüğe karşı duramamış ufacık gövdesi. Cumartesi dershanesine gitmiş, Pazar da hastaneye... tuzağa. Evet hastane bir tuzak. Bu coğrafyada, bu egemenlerin egemenliğindeki hastane bir kumpas. Olağanüstü durumlarda, acil ihtiyacınız olduğu zamanlarda, ölümle burun buruna geldiğinizde size yardım etmek için oradaymış gibi yapıyor. (Mış gibi yapıyor çünkü devlet bütçesini ellerinde tutanlar öyle olmasını istiyor.) Ama bu sadece bir tuzak ve kanıp içine düştünüz mü genellikle sağ çıkamıyorsunuz. Çünkü hastane hastane değil bir yokluklar, yoksunluklar ülkesi. Onun da ötesinde, kötü yönetimden ve sistemsizlikten dolayı var olanları da bulamama, kullanamama, değerlendirememe labirenti. Doğru dürüst, yetenekli, eline düşen hasta için canhıraş çırpınan doktorların da elini kolunu bağlamayı başaran bir “arap saçı” abidesi.

Hastanenin güvenilmezliğini teyit edecek yığınla birebir tecrübeye sahibiz. Hepimiz, tek tek, bundan eminim. Ama sadece başı ağrısa soluğu Amerikalarda, İngilterelerde alan muktedirlere bakmak kâfi. Onlar “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.”diyen bir anlayışın sempatizanları değiller. Ne görüntüde ne de gerçekte. Onlar, yani bu ülkenin egemenleri, yönetenleri, hastane cihazsızlıktan, okullar bakımsızlıktan yıkılsa konforlarından, mersedeslerinden asla feragat etmeyeceklerini kafamıza vura vura bize anlatan, gözümüze soka soka belleten bir güruh. Onlar, şatafatlı saraylarında, sayfiye evlerinde, villalarında bonfilelerle ve havyarla beslenirken ve pahalı hobilerini sanat diye icra ederken ve bu hobilerin masraflarını dahi devlete ödetirken kendilerini o kadar unutmuşlar ki “İnsan ne demek?”, “Halk ne demek?”, “ Evlat ne demek?” diye sorsanız tümüne “para, para, para” ya da “iktidar, iktidar, iktidar” diye cevap vereceklerdir. Gün gele açlıktan kapılarına dayansanız “Yiyecek ekmeğimiz yok, ekmek isteriz!”diye haykırsanız tıpkı Mari Antuanet gibi “Pasta yesenize.”diyeceklerdir.

Halâ anlamadık mı “egemenlik, egemenlik” diye tutturanların hangi egemenlikten bahsettiğini. Onlar aslında düpedüz kendi iktidarlarından, kendi egemenliklerinden bahsetmektedirler. Kaybedecekleri ihtimaliyle deliye döndükleri yegâne koşul budur. Hepimizin yaşamı pahasına sürdürmeye çalıştıkları bu düzeni cesetler üzerine kurdular devamını da cesetler üzerinden getirmekte onlar için hiçbir sakınca yoktur. Bu yüzdendir ki adanın cephaneliğe dönmesi, yüzen tatbikat alanı olması, bütün bunların kanseri artırması, ölüm nedenlerinin büyük bir kısmının kalp krizine ya da kansere bağlı olması onları hiç ırgalamaz. Önemli olan mersedeslerin yenilenmesi, saray mefruşatlarının değiştirilmesi, başları ağrıdığında onları Amerikalara taşıyacak uçakların parmaklarının bir işaretini beklemesidir.

O küçük yavrucuğun, Asya’nın babası arkadaşımdır. İçim parçalanarak evlerine gittim, acılarına ortak olmaya çalıştım. Dört bir yan melekler kadar güzel kızlarının resmiyle doluydu. Aslında bizim, dışarıdan o eve girenlerin görebilecekleriydi sadece resimler. Ya anılar, sesler, yaşananlar. Yüreğim ezim ezim oldu... delirdim. Asya’nın anneciğinin gözleri kederle doluydu. Kederle ve kahırla. Böylesi bir acının paylaşılır yanı yok. Paylaşamazsınız. Onların, yavrularını kaybeden bu anne babanın duyduğu kocaman boşluğu, o korkunç çaresizliği, o dayanılmaz acıyı bir nebzecik olsun, bir anlığına dahi omuzlarından alamazsınız. “Biz kızımızı artık ortaokula hazırlıyorduk.”dedi Ahmet.

Evet, hepimizin yaptığı gibi. Bencilce ve haksızca halkın parasını kendi konforları ve özel harcamaları için savuranların bizler için hazırladığı tuzakları hiç düşünmeden.

Kaza geçirmemeye bakın, hastalanmamaya. Eğer bunlar başınıza gelirse de şansınıza güvenin ya da ülkemizin Güney yarısındaki gelişmiş, teknik donanıma sahip hastanelere. Ona da rahat koltuklarında oturanlar izin verirse ya da oraya kadar dayanacak şansınız olursa.

Tijen Zeybek (20 Şubat 2003-Yenidüzen)