1 Eylül 2005

ÇİÇEK YAĞMURLARI

Bitimsiz bir çiçek yağmuru başladı. Sanki yüz yıldır sürüyor. Yer-gök yaprağa kesti içimde. Yürümeye korkuyorum, basarsam,ölümcül bir 'çıt' sesiyle çekip giderler ve giderken hayatın renklerini ve kokularını da götürürler diye. Yazıya duruyorum bir yandan, bir yandan da çiçek yağmurlarına açıyorum göğsümü, bağrımı... cesurca. Olabildiğince çok yağsınlar üzerime istiyorum, olabildiğince renk değsin tenime. Sarı yaseminden çalıntı birkaç dalın hüzünlü bakışları da eşlik ediyor yazıya. Yazı da, yağmur da sarıya kesiyor doğal olarak. Sapsarı bir dünya doluyor içime. Eski zamanların baharlarında çiçek yağmurları yağar mıydı, diye sorup duruyorum kendime. Bu bir ilk olmalı, diyor bencilliğim. Ama öyle bir ilk ki sanki hep vardı.

Sonra durup dururken, yağmurlardan, buluttan, ovadan, dünyadan ve dahi benden bağımsız cümleler dile geldiler. Bulutlu, yağmur yüklü bir ses 'ölüm ile ayrılığı tartmışlar elli gram fazla gelmiş ayrılık' diye hüküm bildirdi kısaca. Bir diğeri  'güneşe ve ölüme doğrudan bakamaz hiç kimse' dedi. Ben bakarım, diye haykıran sesimi duydum şaşırarak. Ben bakarım işte. Sonra da yanarım, dedim, kör olurum, diye de ekledim küstahça. Kime ne?

Getirin güneşin en kızgın halini ki Mesarya çoktan teşnedir buna, getirin yazın en yakıcı güneşini ki Ağustos gebedir bu çocuğa, getirin güneşin en kavurucu anını ki böyle anlardan kalma izlerle doludur bu gövde, hiç yabancı değil ki.

Bütün bu sıcak kavganın içinde, çiçek yağmurlarının altında ıslanırken ve meydan okurken herkese ve her şeye sarsıcı bir haberle uyandım gerçeğe: Yennar soğukları geri gelecekmiş. Bak şimdi! Erkenci bahara aldanıp açan öğleden sonra güllerini nasıl saklamalı? Geç doğmak kadar fenadır bazen erken doğmak da. Ne vardı aldanacak, ne vardı pırtlayacak Şubat ortasında, Mart başında. Gene de hak ediyor saklanmayı beyaz gül, sarı gül, pembe gül. Hepsi de aceleci öğleden sonra gülleri olduktan sonra... Kırmızıyı unutmadım, cebren ve hile ile almıyorum yazıya. Meydan okuyucuya meydan okuma cüretini gösterdi çünkü kendileri. Bir deli yaz gününde, rica etmiştim onlardan, aşkımı aşkıma anlatmalarını istemiştim, herkes gibi. Beş tane kırmızı, tomurcuk gül, hem de Ağustos ortasında, hem de kan gibi. Gittiler, ne dedilerse dediler, sonrasında aşkımız bitti. O yüzden geçiyorum artık sizde geçin- kırmızı gülleri.

Hâlâ devam ediyor dışarıda çiçek yağmurları. Hâlâ korkuyorum yürümeye. Hâlâ Yennar soğuklarını bekliyorum tetikte. Kendim için değil, asla. Sırf kuşluk güllerim kırılıp dökülmesin istiyorum, sırf yeni sürgünler telef olmasın, sırf daha tomurcuk halindeyken bir çocuk, tarumar olmasın sert rüzgârların hoyrat dokunuşlarıyla. Sırf, dingin bir gökyüzünü yorgan yapalım üstümüze de huzurlu uykulara dalalım turunç kokan serin gölgelerde diye bekliyorum.

Bazen bir şiir için dalıyorum uykuya ben, bazen sırf bir şiirin hatırı için uyanıyorum düşümden. Bazen kol kanat geriyorum yennara hazırlıksız yakalanan güllere ve kuşlara. Bazen de biri beni saklasın istiyorum Ağustosta güneşten ve kızgın Mesaryadan Temmuzda.

Tijen Zeybek - (Ortam Gazetesi, Mart, 2004)