29 Aralık 2002

Ta ki Dünya Fikrini Değiştirinceye Kadar

Kaçımızın inançları ve değerleriyle ilgili rüyaları var hâlâ. Kaçımız en başından beri inandıklarımıza inanmaya devam ediyoruz. Bunların büyük düşünceler olmaları da gerekmiyor hani. En basit değerlerimizden bile ilk çıkar çatışmasında, ilk yol çatallanmasında, daha ilk işittirme ya da tehditte vazgeçmedik mi? Kaçımız karşısındaki kalabalık ne kadar büyük olursa olsun onlara karşı kendi fikirlerini ve inançlarını savunma cesaretini gösterebiliyor. Büyük kalabalığa, koroya, gücü elinde bulunduran tarafa dahil olmanın güvenli rahatlığını elinin tersiyle itip doğru bildiği yoldan yalnız yürümeye yüreği olanlar kaç kişi bu dünyada.

Kalabalıklara dahil olarak onlar arasında, onlardan biri olarak yitip gitmenin ve bütün değer ve inançlarından arınarak, ideolojilerinden vazgeçerek, yaşamayı “güce tapmaya”, “mal sahibi olmaya”, “insan tanrılara kul olmaya” indirgeyerek hangi gelişmeden bahsedeceğiz. Hangi yüce değerlerden, insan olmanın hangi erdeminden bahsedeceğiz. Ya işi daha da ileri götürüp, kendi ideolojilerinden, inançlarından böylelikle de aslında kendi kendilerinden vazgeçenlerin bunu yapmayanlara karşı duydukları tahammülsüzlüğün şiddetine ne demeli. Yüzyıl önce söylenmiş ve bugün çoktan aşılmış olan bir sözün ne anlamı var bu ülkede. Hani “Söylediklerinize katılmıyorum ama bunları söyleme hakkınızı sonuna kadar savunuyorum.”diyen. Oysa biz, tanrılığa soyunan ama kendi halkı önünde ancak goncoloza dönüşenlerin “Benim doğru bulmadıklarımı asla söyleyemezsiniz.”sözleriyle uğraşıyoruz hâlâ. Ve bu sözleri koro halinde tekrarlamayı bir çeşit ayine dönüştüren “kul”larla uğraşıyoruz. Onlar sabah akşam ibadetlerini yerine getirip tanrılarına karşı iman tazelerken, diğer bir avuç insan da inandığı yoldan yürümeye devam ediyor ve bu yürüyüşe “ta ki dünya fikrini değiştirinceye kadar” da devam edeceğine söz veriyor. Evet, ta ki dünya fikrini değiştirinceye kadar.

Dünya insanlığı tüketme pahasına tüketimi teşvik etmekten, dünya insanı bir makinenin dişlisi olarak görmekten, dünya insanı otoritelere karşı gelmeden, tüketen, çalışan, vergi ödeyen ve sessizce ölen insanımsılar olarak görmekten vazgeçinceye kadar devam etmeli insana insanlığını geri verecek değerleri savunmaya. Mesela özgürlüğe sıkı sıkıya sarılmalı, özgür düşünceye ölünceye, öldürülünceye kadar inanmalı. Ait olmaya, düşüncelerini, içinde bulunduğun toplulukta daha çok maddeye sahip olmak, daha konforlu ve rahat yaşamak adına saklamayı, sınırlamayı, yok saymayı seçmemeli. İnsanlar böyle seçimlere zorlanmamalı.
Önce kendi kendine, kendi bedenine, kendi düşüncelerine ve inançlarına sahip olmalı belki de. Ne gövdenin ne de düşüncenin ve bunun günümüzde ifade ettiği anlam olarak “oy”un koçanı olmamalı. İnsanların isimleri listeler halinde ceplerde dolaşmamalı, hiç kimse kendine bunun yapılmasına izin vermemeli.

Yaşadığımız dünyadaki bu düzen en büyük adaletsizlikleri ve en büyük onursuzlukları yaşamın doğal bir sonucuymuş gibi görmemizi emrediyor. Aynı dünya üzerinde bir ülkede milyonlarca çocuk fabrikalarda sömürülürken, sokaklarda dilendirilirken bir başka ülkede çocuğuna bir tokat vuran annenin elinden çocuğu alınabiliyor. Bir yanda koca bir kıtada insanlar açlıktan ölürken, annelerin sütsüz memelerinde yeni doğmuş bebekler ölürken diğer yanda milyonlarca insanı doyuracak yiyecekler çöplere atılıyor, bir yanda aç insanlar ekranlardan gösterilip, hastalıktan ve açlıktan kırılan çocukların üzerinde dolaşan kara sinekler seyredilirken aynı ekranlar az sonra gece kulüplerinde şampanya banyosu yapan insanları gösterebiliyor ya da dolar yağmuruna tutulan şarkıcıları. Ve dünya bize “bütün bunlar normaldir, olması gerektiği gibidir.”diyor. Afganistanlılar açlıktan bitki köklerini kemirirken, dünya “Afganistan futbol izlemeye başladı.”diyor, Afgan kadınları insandan sayılmazken, dünya “Afgan kadınlarının şimdi en büyük sorunu aseton ve makyaj malzemesi.”diyor. Amerika’da insanlar aşırı beslenmeden obeze yakalanırken dünyanın başka ülkelerinde köprü altlarında yaşayan çocuklar ve genç insanlar bir sabah gözlerini açtıklarında kendi gövdelerinde ameliyat izleriyle karşılaşıyorlar. Bu dünya bize “Parası olmayanların yaşamaya da hakkı yoktur.”diyor. Parası olanlar için sağlıklı ve genç bedenlerin böbrekleri, ciğerleri çalınıyor. İşte bu dünya bize “Bütün bunlar normaldir, bu dünyanın düzeni böyledir.”diyor. Bazıları da yürekten inanarak ve cesurca “Hayır bütün bunlar sizin düzmeceniz ve bütün bunlar yanlış. İnsanların kendilerine yapılanları apaçık görüp de artık yeter diyeceği güne kadar, yani, ta ki dünya fikrini değiştirinceye kadar bizler bunların yanlış olduğunu haykıracağız.”diyor.
Kabul ediyorum. Bunu herkesin yapması imkânsız. Her muhalifin yapması da imkânsız. Ama yapabilenlere bu düşmanlık niye? İnsanlığa giydirilen bu deli gömleği düzenden tek kurtuluş yolunun *“Ya kardeş gibi birlikte yaşarız ya da deliler gibi birlikte ölürüz.” sözlerindeki anlamda gizli olduğunu anlamaya çalışamazlar mı, en azından, hiç olmazsa, şimdilik.

*M. L. King

Tijen Zeybek (28 Aralık 2002 Yenidüzen)