25 Ocak 2003

Durup Duruken Aşk’a Gelmek

Koşuyorum. Yennar’ın soğuk elleri saçlarımı karıştırıp, yanaklarımı okşuyor. Üşümüyorum. Ayaklarım beni uçuruyor, geleceğe...,ve her adımda geçmişim biraz daha uzak, gelecekse daha yakındır bana. Hızla koşturuyor beni ayaklarım ve geçerken dünyanın ve yaşamın kıyısından bir beyazlık takılıyor gözüme. Yennar’ın soğuk ama hoyrat olmayan dokunuşlarıyla sallanıyor beyazlık, sallanıyor...öne...arkaya...Bir an asılı kalıyor “şimdi”,geçmiş ve geleceğin arasında ve aklım kavrıyor ki sarı gözlü bir nergistir beyaz bir bulut gibi çarpan gözüme. Kaçak bir nergis. Uzun etekli bir kız gibi dolanıyor yaprakları gövdesine. Anlık bu kavrayış, anlık bu farkındalık ve geçip giderken zamanla birlikte nergisçiğin yanından kokusu inatla yarışıyor benimle. İnatla uzanmak istiyor geleceğe.

Nergis geride kalıyor, geçmişte. Aşk da öyle. Zaman törpülüyor aşkın tırmalayan parmaklarını. Aşk uysallaşıyor ve akmaya başlıyor sakince, kendi halinde ve kendi yatağında ve taşmadan ve sıçramadan..., öyle dingince. Aşk, mesela bir kedi olup mırıldamıyor Mart gelince. Aşk, mesela karanlıktan başka kimsenin olmadığı sokaklarda bir bardak konyakla sevişmeye kalkmıyor. Eteğiyle zamanı ve geceyi kırbaçlayan bir çingene değildir artık ve geçmişten arta kalan yarım bir şiire sığınmayı da reddetmektedir inatla. Aşk, mesela çılgınca ve biraz da vahşi sevişmelerde kaybedilen mavi taşlı bir yüzük, küçücük, pembe bir kulağı fazlasıyla kurcalayan dilin ısrarlarına dayanamayıp kendini yere atan inci bir küpe olabilir. Yarısı yanmış, kırmızı boncuklu kısacık eteğinden bacakları görünen bir kadın fotoğrafıdır aşk. Denizden çalınıp şeffaf bir kutuya doldurulmuş deniz kabuklarıdır, nerde olduğu unutulan. Aşk sevgiliyle bölüşülen bir paket taze çileğin damakta kalan tadıdır ama kendisi değildir. Aşk, her durumda ve mutlaka kaybedilmiş bir şeydir. Ya da kaybedilmeye aday bir bilmece, hiç keşfedilmemiş ve asla tam olarak keşfedilemeyecek “yabancı” bir dildir. Sırdır aşk, gizdir.

Koşuyorum. Yeşil ve mor ovalar geçiyor yanımdan. Koşuyorum. Siyah ve mor geceler geçiyor yanımdan. Koşuyorum, nergis, papatya, gül, Zeytin, Alıç, Yennar, Güvercin, Kırlangıç benimle birlikte, düşlerimde bile. Birlikte geçiyoruz yaşamın kıyısından ve zaman da geçiyor bizimle. Bir mor/menekşe dağ laleleri eksikti diyorum rüyalarımda. Bir uzun saçlı, çıplak Apollon heykeli eksikti, bir ipeksi yumuşaklık ve kocaman bir kucak eksikti düşlerimde. Sonra uzun, siyah cübbesiyle bir rahip, elinde haç tutuyor, kukuletası düşmüş gözlerinin üstüne ve kapkara sakallarını örtünmüş yüzüne. Gülüyorum, kahkahalar atıyorum düşümde. Çünkü biliyorum kara cübbeli rahip biraz sonra sevişmek isteyecek benimle ve çok kızacak kahkahalarıma, çook. Düşüm beni görüyor uykusunun içinde ve sıçrayarak uyanıyoruz uykumuzdan, birlikte.

Aşk da düştür. Düş de gerçektir. Gerçek yaşamdır ve yaşam ölümdür nihayetinde. Tersten başlayalım cümleye. Ölüm yaşamdır ve yaşam gerçektir ve gerçek de düştür ve düş de aşktır.

Oturup çözelim düşleri ve oturup çözelim aşkları. Tam çözecekken uyanalım, tam sevecekken ayrılalım. Hep yarım kalsın ve hep kaybedilmeye mahkûm olsun düşler de aşklar da. Sabah olsun düşümüzden olalım, yasak olsun aşkımızdan. Bir koşudur tutturdum gidiyorum, bir koşudur tutturduk gidiyoruz. Geçiyor yanımdan hızla mor/siyah zamanlar, geçiyor yanımdan hızla, düşler, aşklar, kuşlar ve ağaçlar. Zamanın asılı kaldığı anlarda, ne geçmiş ne de gelecek sayılmayan “şimdiki” zamanlarda bir beyazlık çarpıyor gözüme, nergisi fark ediyorum, bir kızıllık çarpıyor gözüme aşkı, bir morluğa takılıyor gözlerim düşleri ve kopkoyu bir boşluğu sezince de güzelim yıldızsız geceleri fark ediyorum.

Düşlerime aşklarımı katıp koşuyorum, bugünüme yarını, şimdiye anları ve anlara tüm dünyayı sığdırıyorum.

Tijen Zeybek (25 Ocak 2003 Yenidüzen)