13 Nisan 2003

Kıbrıs Türkü Büyüyor

Kıbrıs Türkü bir çocuk gibi büyüyor. Ve büyüdükçe öğreniyor. Her büyüyen çocuk gibi de öğrendikçe acı çekiyor, geçmişe yanıyor, pişmanlık duyuyor ve yumuşacık kalbi sertleşiyor. Önce garantörünü tanıdı Kıbrıs Türkü. Aslında ırkdaş olmanın, aynı dili konuşuyor olmanın ve dindaş olmanın her şeye yetmediğini gördü. Çıkarlar çatıştı mı, “büyük” olanın, “kurtarıcı” olanın, garantör olanın, “ana” olanın çıkarları “küçük” olanla, “kurtarılmaya muhtaç” olanla, “yavru” olanla ters düştüğü anda bütün bu hakikaten duygusal bağların bir anda koparılıp atılabildiğini gördü. Ayrı devlet ilan edilse bile aslında “yavru devlet” olmaktan öteye gidilemediğini, Türkiye Devleti ile ilişkilerin hiçbir zaman eşitler arası ilişki olmadığını, oldurulmadığını gördü.

Bütün bunlardan sonradır ki Kıbrıs Türkü ta başından beri yönetmekte olanların aslında ne yaptığını anlayabildi. Cinayetlerin neden işlendiğini, camilerle kiliselerin neden bombalandığını, bütün bunlar sonucunda nasıl kurtarılmamızı gerektiren şartların oluştuğunu, neden kurtarılma operasyonunun bir savaşa dönüştürüldüğünü, neden Türk Ordusunun neredeyse adanın tümünü ele geçirecek duruma geldiğini, neden “bozulan anayasal nizamın” tekrar tesis edilmediğini, neden İnönü’nün 1964’de Kıbrıs Hükümeti’ndeki görev ve haklarınıza “Geri dönünüz.”çağrısını Kıbrıs Türkü’nün duymadığını.

Artık her şey o kadar ortaya serilmişti ki. Denktaş’ın adayı Türkiye’ye bağlama yeminini oğlunun ağzından duyabildik. Ve bu yeminin halâ bugün geçerli olduğunu da Annan Planıyla öğrendik. Ayrı devlet falan, sadece adanın diğer sahipleriyle, Rumlarla olan ayrılığı iyice kalıcı hale getirmek, bölünmüşlüğü “Taksim”e dönüştürmek ve belki bir süre sonra da ilhakla işi tamamına erdirmek gayesinin bir basamağıydı. Bu yüzden Türk Elçiliğinin KKTC bütçesinden daha büyük bir bütçesi oldu her zaman. Bu yüzden bütün üretim durduruldu, fabrikalar kapatıldı, narenciye bahçeleri kurumaya terk edildi. Bu yüzden ürettiğimiz patatesi Türkiye’ye satmak yerine Türkiye’den patates satın alıp bizimkileri toprağa gömdük. Karpaz’da tütün ekiminden vazgeçtik ve sigara fabrikası kapanmaya yüz tuttuğu bir dönemde Turgut Özal adayı ziyarete gelince yardım istedik. Ama Özal’ın cevabı hazırlanan geleceğe uygundu: “Ne yapacaksınız sigara fabrikasını. Biz size Türkiye’den sigara göndeririz.” Öyle oldu elbet. Sigara fabrikası bitti. Bitirildi. Geliyor hâlâ Türkiye’den sigaralar.

Bütün bunlardan dolayı adanın yarısı memur oldu. Türkiye devleti ile ters düşen bir hükümet göreve geldi mi iki ay maaşları ödemezsin bak bakalım durabiliyor mu o hükümet iş başında. Böylece Denktaş’ın “egemenlik” dediği ve Rumlardan istediği şeyin aslında Türkiye’de olduğu ortaya çıktı. Bunu da netleştiren gene Annan Plânı oldu. Çünkü bu plânla sadece Türkiye bu adada tamamen egemen olamayacaktı. Aslında Kıbrıs Türkü kendi devleti, kendi hükümeti, kendi kurumları ile eşit bir şekilde Rumlarla yeni bir ortaklığa girecek ve dünya üzerinde yerini alacaktı. Bu “egemenliğin” önemli bir kısmının sadece “ana” vatanla değil dünyanın bir parçası olmanın koşulu olarak Avrupa Birliği ile paylaşılması demekti. Bu dünya üzerinde Kıbrıs Türk halkı diye bir halkın varlığının tescili ve kabulü demekti. Oysa Denktaş ve onun gibi düşünenler böylesi paylaşımlara çok yabancıydılar. Ağızlarından çıkan bir sözle, bir talimatla düzenlerin bozulup düzenlerin kurulmasına alışıktılar bu topraklarda.

Bu yüzden bugün kendi ana dilimiz bir sorun Avrupa Birliğinde. Tıpkı kimliğimizin sorun olduğu gibi. Çünkü Helsinki’de Çiller’in Vasiliu’yla yaptığı anlaşmaya göre Rumlar tüm Kıbrıs adına AB’ye başvurabildiler ve bugün Rumca AB’nin resmi dillerinden biri haline geliyorken Türkçe bunun dışında kalıyor. Bu yüzden, Denktaş “Herkes Kıbrıs Cumhuriyeti Pasaportu alarak AB’nin nimetlerinden bireysel olarak yararlanabilir.”derken yanılıyor. Çünkü AB’de iş bulabilmenin koşulu ait olduğun ülkenin dilinin yani ana dilinin AB’nin resmi dillerinden biri olmasıdır. Evet Çiller’in Gümrük Birliğine girebilmek karşılığında verdiği taviz ve ondan sonrakilerin bunun üzerine Kopenhag’da, Lahey’de ekledikleri hatalarla gün geçtikçe iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Sonuç olarak bugün, Denktaş, kendine Türkiyeli göçmenlerden yedek bir halk oluşturma peşinde ve bize önerisi bu ülkeden göç ederek ya da ana dilimizin Rumca olduğunu kabul edip bu dili öğrenerek AB pasaportu alıp bireysel olarak kurtuluşu seçmemiz –ki bu kendisinin de bizden kurtuluşunu getirir. Başbakan Eroğlu’nun önerisi ise, Türkiyeli birileriyle evlenmek ve karşılığında parasal yardım almak, son kertede de TC pasaportu alarak Kıbrıs Türk halkı olduğumuz iddiasından vazgeçerek bütün kurtuluşumuzu “TÜRK” olmaya bağlamak. Elbette Türkiye’deki Türklerin neden kurtulmuş gibi bir halleri yok sorusunun cevabını veren de yok.

Biz ise Kıbrıs Türk halkı olarak var oluşumuzu sürdürebileceğimiz bir alan istiyoruz. Kendi dilimizi konuşmak, kendi kimliğimizle dünya üzerinde yerimizi almak istiyoruz. Annan Planıyla bunu elde edeceğimizi ummuştuk.

Tijen Zeybek (8 Nisan 2003-Evrensel)
06-04-2003