5 Mart 2003

Asit Yağmurları Gibi

Memleketin “egemenler” katında oturanlar gittikçe sabırsızlanıyor. Gittikçe boğazımızı sıkma, sesimizi kesme arzularının önünde duramaz hale geliyorlar. Görüşmeler konusunda karşılaşılan her problem onları sevindiriyor, umutlandırıyor ve ellerini hınçla ovuşturmalarına neden oluyor. Güney Kıbrıs’ta Papadopulos seçilince hariciyecilik mümessilimiz kendini hemen mikrofonların önüne atıp “Annan artık boşuna zahmet etmesin.”diye gönlünde yatan aslanı bize nasıl da muştulamıştı.

Ne kadar da çok istiyorlar bir an önce “biz bize” kalmamızı. Adayarımızda egemenler ve biz köleleri. Tıpkı eskisi gibi. Kimse ne arasın ne de sorsun bizi. Onlar, dogmatik milliyetçiler, muktedirler ve “zavallı halk”. Biz, yani başı ezilesi asiler, hainler. İlk fırsatta günü gösterilecek olanlar. Bunun için dört gözle BM’nin, AB’nin, ABD’'nin, Türkiye aydınının ve hatta dünyanın bir ucunda yaşadığı halde Kıbrıs’ın Kuzeyinde yenen naneleri de kendine dert edinen enternasyonal kesimin bir an önce yüzlerini başka yöne dönmelerini nasıl da dehşetli bir tutkuyla bekliyorlar. Almışlar arkalarına bin bir çeşit sadist ruhlu aslan terbiyecisini de. Bazen kafesin parmaklıkları arasından içeri kanlı et parçaları atarak bazen de eli kırbaçlı terbiyeciyi içeri sokarak mütemadiyen bir terbiyeleme işlemine tabi tutmak istiyorlar bizleri.

Bizim başkan dediydi geçen gün, bir Osmanlı atasözü “'başarısız her isyandan sonra asilerin başı kesilir' diyormuş. Desin bakalım. Kara bulutlar gibi üzerimize çökmek, asit yağmurları gibi tepemize yağmak için tetikte beklesinler bakalım. Kendi geleceğimizle ilgili süreçlere irademizi yansıtmak gibi “cısss” işlere kalkıştık bir kere. Bizim barış sürecine dönüştürmek istediğimiz bu süreci onların bir an önce geçmişe havale edip, eski “tebaa” günlerine dönmemiz konusundaki özlemleri o kadar net ki.

Bu gelip gitmeler, Annan’lar, De Soto’lar, dış basın, ennn dış basın bizimle ilgilenmesin artık istiyorlar. Onlar bize paketçikler hazırlasınlar, onlar evlendirme büroları kursunlar, mersedeslerini yenilesinler, yandaşlarını ha bire yüksek maaşlı mevkilere atasınlar, burunları kanasa Amerikan hastanelerine koşsunlar, fotoğrafçılık oynasınlar film paralarını devlet ödesin, üçlü kararnamelerle atadıkları müdürler kendilerini padişah sansın, kölelerinden haremler kurmaya kalksın, bizim gıkımız çıkmasın. Gıkı çıkanın boynu vurulsun ölüsüne dahi sahip çıkılmasın.

Ama dünya küçüldü. Sermayenin küreselleşme arzusu önünde duramadık, sermeye de bizim eylemlerimizin küreselleşmesi önünde duramadı, duramayacak. Ben Nijerya’da recme mahkûm edilen kadının meselesine sahip çıkacağım, Irak’taki savaşa, Filistin’deki soykırıma, Diyarbakır’daki geri bıraktırılmışlığa karşı oralarda ezilen insanlarla güç birliği yapacağım. Onlar da benim bölünmüş adamı, cephanelik haline getirilmiş ülkemi, yüzen uçak gemisi gözüyle bakılan coğrafyamı tekrar yurt haline getirmem için bana omuz verecekler. Bizim küreselleşmeden anladığımız bu. Yoksa küreselleşmenin dünyanın her yerinde pepsi içip, hamburger yemek olduğuna dair kâbustan insanlar hiç uyanmayacaklar mı zannetmişlerdi acaba.

Gençleri DAÜ fırınlarında pişirip göç yollarında yemeyi sonsuza kadar sürdüreceklerini zannedenler bugün meclis kapılarında “İnadına barış inadına çözüm Eroğlu bizi evlendirse de” sloganlarına çarpıp tuz buz oluyorlar. Cumhurbaşkanlığına aday gençlerin fotoğraflarından oluşan albüme bakıp tuz buz oluyorlar. Meydanlara doluşan on binleri görünce kendi yalnızlıklarıyla ve tarihe karışmaya yüz tutmuş olan varlıklarıyla yüzleşip tuz buz oluyorlar.

Tıpkı gene gençlerin meclis önünde haykırdığı gibi: Dünya dönüyor Kıbrıs duramaz.

Tijen Zeybek (5 Mart 2003-Yenidüzen)