1 Eylül 2005

İZLER... HER YERDE

Güzel geçiyor Mayıs. Serin. Hatta bir sürpriz yapıp yağmurlarla yıkadı hayatı geçen gün. Tam da yıkanmaya ihtiyacı vardı, tam da tertemiz yağmurlardan ıslanmaya ihtiyacı vardı zamanın. Çünkü gittikçe zorlaşıyor hayatı çekip almak işkence fotoğraflarından, gittikçe zorlaşıyor kitap kapaklarının içine yazılmış mahkûm şiirlerini hırsızlardan kurtarmak, gittikçe zorlaşıyor dizi filmlerdeki yalancı ölümlere boşuna akan gözyaşlarını durdurmak. Böyle geçiyor zaman, böyle yaşanıyorken hayat, aşk ve tutku sessizce kabuğuna çekiliyor, doğal olarak. Aşk ve tutku kendine saklanıyor. Alışkanlık ve sahiplenmek öne çıkıyor. Saldırganlık ve yok etmek gemi azıya alıyor.

İşkence fotoğraflarında sabitlenen an sonsuzcasına uzuyor önümüzde. Bu kanamalı an, bu dehşet, bu şiddetli korku sirayet etmeden duramıyor elbet, duramıyor içimize. Irak?tan akan kan ister istemez şiire bulaşıyor, Irak?tan gelen korku ister istemez geleceğe bulaşıyor, o meşum fotoğraflardan akan şiddet nedendir bilinmez, mahkûma yoldaşlık etsin diye yazılan güzelim bir şiiri paramparça etsin diye teslim ediyor ait olmadığı ellere. Saksıdan bir sardunya dalı koparılıyor. Bir gül eksiliyor bahçeden. Saklanmaya ve korunmaya muhtaç ne varsa ortaya dökülüyor. Böyle geçiyor zaman, Mayıs yağmurlarından yıkanmaya muhtaç, son derecede muhtaç.

Venüs güneşin önünden geçecekmiş ve biz bunu görebilecekmişiz diyor oğlum sevinçle. Ben de görebilir miyim anne, diye soruyor. Teleskobumla güneşe bakarsam kör olur muyum, diye merak ediyor. Ne güzel büyüyor çocuklar. Ama kapkara bir gölge düşüyor çocukluğun üstüne. Bu sefer Konya'dan. Polisler 10 ve 11 yaşlarında iki çocuğa işkence yapmışlar. Cinsel organlarını sıkmış, anadan doğma soymuş ve ayaklarına değnekle vurmuşlar. Siz dayanabildiniz mi? Benim içimdeki acı inanılmaz büyüdü. Düşlerimden deli deli çarpan bir yürekle uyanır oldum gece yarılarında. Öyle ki bir koşu gidip uyuyan oğluma bakmadan, bir koşu gidip o güzelim yüzünü okşamadan devam edemiyorum uykuma. Konyalı o iki çocuk ?polis amcaların canlarını çok acıttığını? söylüyorlarmış. Ve onlar da geceleri ağlayarak uyanıyorlarmış uykularından.

Gittikçe hoyrat ellerden koparıp almak hayatı zorlaşıyor. Saksıdaki sardunya, sayfamdaki yarım şiir, kavanoz dolusu deniz kabuğu ve kurutulmuş ebedenölmezler, hepsi, hepsi gittikçe sanki düşman kesiliyor bana. Onlara baktıkça bunca yanlış giden şey arasında doğru olan bir tek sizsiniz diyesim geliyor ama bu da yetmiyor aslında, hiçbir şeye yetmiyor... asla. Çocuklara işkence yapan polisler duruşmaya katılamamışlar. Katılamamışlar çünkü ?görevdeymişler?. İşkenceciler T.C. yasalarına göre 10 yıl kanundan kaçarlarsa işlenen fiil zaman aşımı nedeniyle suç olarak yargıya götürülemiyor. Yığınla işkenceci böylelikle kurtuluyor ve ?görevine? gönül rahatlığıyla devam ediyor. On yıl sonra Konyalı çocuklar 20 ve 21 yaşlarında olacaklar. O güne kadar olduğu gibi o günden sonra da, ömürlerinin sonuna kadar işkencenin bedenlerinde ve ruhlarında açtığı yaralarla boğuşup duracaklar. Peki ya işkenceciler. Onlar da yaşamaya ve hoyrat elleriyle yaşamları yaralamaya devam mı edecekler? Evet mi? Hayır mı? Ne?

Venüs'ün güneşin önünden geçeceği günü bekliyor oğlum. Sekiz Haziranda. Teleskobu duruyor pencerenin önünde. Ben onun büyümesini izliyorum. Hayatı koparıp almak için hoyrat ellerden güç topluyorum o büyürken. Bir taraftan da hercai bir elbise giymeye hazırlanıyorum baharın ve hayatın gücüne gitmesin diye. Tek Mayıs yağmurları yıkamaya devam etsin her şeyi, tek çocuklar masumca büyüyebilsinler diye, tek çiçekler, şiirler ve şairler bana düşman kesilmesin diye.

Şiir birikiyor içimde. Acı da öyle...

Tijen Zeybek (Ortam Gazetesi, Mayıs, 2004)