30 Ekim 2013

Firari Masallar - 4


 Birkaç zeytin yaprağı koydum tütsülüğe. Ateşi gösterdim, hiç ikiletmediler, tutuştular aşkla. Bir fısıltı saldı kendini dudaklarımdan, karıştı mis kokulu dumana. İçiçe geçtiler, ses oldular, nefes oldular, göz oldular, bakış oldular. Aldı duman içimi, okudu dileğimi. Bir mektuptu yazılmış, ben yok iken dünyada o gezermiş zamanda. Götür dedim eyy zeytin, götür mektubumu ver. Sen oku o dinlesin, arzum budur bilesin.

Şamanka - 2


 Sabahı büyütürüm göğsümde
 Işıktan dikenlerini gömer etime
 Duru beyaz bir gül düşer
 Alır yürür kanlıdere
 Ötesinde beşparmak
 Berisinde ova kıraç
 Gül yorulur allanır
 Kanlıdere ağarır

Şamanka


Açarım yüzümü ay girer içeri
Solgun bir ışık yalar durur tenimi
Güneş bekler kapıda
Avuturum sabaha
O uslu bir kedidir
Oynar durur yatağımda

Firari Masallar - 3

Demirden bir leblebidir insanlık çekirdeği. Ne ki mümkündür aşındırmak o ilahi emaneti.

Firari Masallar - 2


Uykudayım, uyuyorum. Eceli beklerken kutlu düşler görüyorum. Bakıyorum gözlerimin gerisinden, solmuş çiçekler, ağaçlar çıplak... hazanmış anlıyorum.
Dem bu demdir, nicedir hasretle beklenen. Dem bu demdir, ulular sofrasına düşsün sürgün yasemen. Salsın kokusunu yayılsın perde perde, ulaşsın dar'dan geçmiş ol yiğidin gönlüne.

Firari Masallar - 1


 İçimleyim bugün. Dünya dışarıda... Hatta uzakta. Orada bir yerde akıyor hayat biliyorum. Ancak, orada, hay huy içinde akan ben değilim. Yüzü olmayan bir çift dudak, pan flüt üflüyor içimde. Dinliyorum. Dinlemek ne kelime, pan flüt çarpıyor adeta durmuş yüreğimin yerine. Zerreciklerim biraz seyrelmiş sanki. Arada boşluk yok. Nağme eşsiz bir su, benzersiz bir ışık, ışıktan bir şelale... ben de, kainat da onun içinde. Sürüp gidiyor varoluş ve hayatın zembereği tekrar tekrar kuruluyor, her şafakta, gün doğumundan az önce, mavi gerdanlı bir serçenin ötüşüyle.

29 Ekim 2013

Kazıdım Yeminimi Tenime


Kazıdım yeminimi tenime
Bin vuruşlu iğneyle
Acıdı tatlı canım
Sonra dindi çabucak
Sen bin kere öpünce

Mavigerdan


Mavigerdan kuşum ben
Yüzün geçer göğümden



 Foto: Hasan Bağlar

Sen Geçince İçimden


Sen geçince içimden
Çiçeklenir içim sevinçten

24 Ekim 2013

Annem


Tutayım elinden yürü benimle
 Öpeyim yüzünden sıcacık
 Gül düşüren bakışların
 Dolaşsın üzerimde
 Anne diye sesleneyim
 Cevap ver sen "annem" diye

23 Ekim 2013

Suya Hakkını Verdim


Suya hakkını verdim
 Anadan üryan yıkandım
 Ateşe hakkını verdim
 Tenimi kurban edip yaktım
 Güneşe hakkını verdim
 Gözüm nurunu alevine kattım
 Kelama hakkını verdim
 Damla damla kanla yazdım
 Uzun yollar yürüdüm
 Aştım koca dağlar
 Yoruldum, oturmadım
 Tükendim, uyumadım
 Acıkınca yemedim, 
 Susayınca dilimi tuza bandım
 ...
 Uyandım bir seherde
 Ki dünyam karanfil
 Yundum, arındım
 Hakk'ın narında 
 Can yatağında
 Uykulardan uyandım.

Sırrın Yükü Tüyden Hafif


Vakt erişti vardım suya
 Sözümüz var, her nefesten sonra hemhal olmaya
 Sırrın yükü tüyden hafif
 Taşırım ezelden ebede
 Bir omuzum tükense 
 Hakk emridir bir diğeri
 Gözün yummaz, nöbette

21 Ekim 2013

Gül, Zil ve Şal


Kendime bir gül aldım bugün
 Çok kırmızı, inanılmaz.
 Takıp kulağıma
 Başladım yeni bir dansa
 Adanmış tanrıya
 Derken yeni bir şey
 Yeni bir ses katıldı
 Gülle süren çılgın dansımıza
 Kim olabilir ki bu pervasız,
 Bu destursuz misafir;
 Zil!
 Çıplak omzumda 
 Aşka teslim kanat sesleri,
 Esrik bir Ağaç 
 Yaladı geçerken gövdemi.
 Su, dedim,
 Gök delindi.
 Işık, dedim
 Venüs geldi.
 Üşüdüm,
 Şalın nefesi kor gibiydi
 Deldi,

 Geçmedi...

Kafeste Bir Kuştu Arzu


Bak, açıyorum kapıyı
 Düş bahçeme giresin
 Ne öncesi var bu yolun
 Ne sonrası, bilesin.

 Kafeste bir kuştu arzu
 Buz kırağı prangası
 Yürek delen nal sesleri
 Kırdı geçti yasakları

 Tenimi azdıran kimdir,
 Kimdir kapımı çalan.
 Kuşuçuran bir deli
 Cevap verir uzaklardan

 Yalnızlığı kırbaçlayan tenindir
 Doru attır yüreğinde koşturan
 Odunuyum ateşinin
 Su döktükçe alazlanan.

Yağmur Yağıyor Dışarıda


Yağmur yağıyor dışarıda
 Ben içerideyim
 İncir ağacı da dışarıda
 Kır yeleli azgın at da.
 Habire bekle dur
 Çatladı çatlayacak
 Narın da canı burnunda
 İnce bir sızı gezinip duruyor
 Çimenliğin oralarda.

19 Ekim 2013

Adı Hüzündür... Üşür






Bir Yaz Üşümesi ve Kıyamet Düşleri adlı iki romanı ve gazete köşe yazılarıyla hayata dokunan, duyarlı bir yürek olarak tanıdığımız Tijen Zeybek, "Adı hüzündür... Üşür" başlığıyla edebiyatın dışındaki üretimlerini paylaştığı seramik-heykel sergisiyle, 9-15 Mayıs 2011 tarihleri arasında Atatürk Kültür Merkezi'ndeydi.

Tijen Zeybek, görünenin değil görünmeyenin, bilinenin değil bilinmeyenin, zahiri olanın değil ama ille de batınînin, varlık âleminin değil ancak gaibin peşinden gittiğini vurguluyor.

Bu yol tutuşta zalimin değil asla, mazlumun, güçlünün değil zayıfın, ezenin değil ezilmek istenenin, tokun değil açın, varsılın değil, elbette yoksulun yanında olmayı seçiyor.

Tijen Zeybek, ne varsa insana dair yabancımız değildir demiş bin yıl önceden... Demiş amma, insana dair olan her şeyi de kabul etmeyerek... Bu yüzdendir ki gözünü açıp, yağmurları görüp, yüzünü suya verdiği andan beri zehir zemberek yazılar yazar, onları vicdanıyla tartar, yüreğinin yağıyla yumuşatır öylece salar hayatın bağrına.

Hayata ve insana bakarken, amacı görüneni görüntüsünden yakalamak ya da "an" içinde hapsetmek istemiyor, çünkü gözün gördüğüyle değildir onun işi.

Çoğu insan, kendi "iç"ini bilinmez bir ahir zamanda yaşıyorken hepimizin "iç"inde ve "iç"lerde saklı olanın peşindedir o. O kadar yabancılaştık ki kendimize, artık rüyalarımız daha hakikattir sürdüğümüz hayattan ve bizden. Biz sanallaştıkça sanal âlemlerde, bizi hakikate çağıran ses rüyalarımız oluyor. Tanrının sesi, doğanın sesi, ezelden gelip ebede gidenin, hakikatin. 

Tijen Zeybek, tam da böylesi bir soluk alıp verişte olduğunu vurguluyor.

Hakan Çakmak

Şüphesiz


Şüphesiz o'yum
 Kuşku duyma kendinden
 Şüphesiz ben'dim
 Gece gece saçlarında gezinen
 Bir su gibi akmıştım
 Akmıştım coşkun serçeşmeden
 Ağzın... Ağzındı bal gibi
 Çığlık kıyamet
 Gündoğumu ve günbatımlarında
 Ebedi bakireni tanrıya kurban eden

Zamanı Değil


Hiç bir yağmur benim kadar ıslatamaz
 Hiç bir şarap benim kadar lal değil
 Dökülmüş kaderine deminde çay
 Tavında demir
 Uykusunda düş
 Benim kadar gerçek değil
 Dökülürüm ağzına 
 Bal olur akarım dilinden
 Düştüğüm yer hiç bir yere benzemez
 Çekerim gökkubbeyi üstüme
 Sen bekle
 Bekle çünkü zamanı değil

18 Ekim 2013

Duyunca Sesini Derinden


Duyunca sesini derinden
 Merak eder oldum kaf dağının ardını
 Zümrüd-ü anka uçup gelse öteden
 Kanadına takıp götürse
 Bir masal anlatımı sürede
 İki cihan bir araya gelse
 Bu ne düştür yarabbi
 Uyusam bir ömür usanmam
 Ödüm kopar sabah olsa
 Anne sakın beni uyandırma

16 Ekim 2013

Dünya Badem Olsa


Ay’a bıraktım kendimi
 Yetmedi
 Bir şey azdı, bir şey yarım
 Ve eksik ve anlamsız.
 Göğe bıraktım kendimi
 Reddetti.
 Alıçla küsüşmüş 
 Zeytine kırılmış
 Dünyaya tükürdüğüm günlerdi.
 Hayat mecburiyet
 Zaman kocaman bir boşluk
 İnsan da çok değersizdi.
 Yağmur sonrasına bıraktım kendimi,
 Toprak kokusu annem gibiydi.
 Damlacıklar sayısız, 
 Ve neminde, gözyaşından 
 Ödünç alınmış garip bir keder
 Gizliydi.
 “Dünya badem olsa.”
 Diye fısıldadı şair.
 Tam o anda, kulağıma.
 Dünya badem olsa ha!
 Dünya badem olsa,
 Evren de tuz,
 Dedim ben de.
 Batırır onu da yeriz,
 Yer bitiririz nihayette.

Zaman Sakladı İkimizi


Su doğursun beni
 Düşeyim mavi derinlikten
 Toprak doğursun beni
 Çıkayım sonsuz bereketten
 Anne, sen söyledin
 Memenden süt içmedim
 Ve erken koptum belinden.
 Biliyorum artık, öğrendim
 Zaman sakladı ikimizi
 Altından beşiğinde
 Esirgedi kendinden.

Zamansız İki Hece


bir düş gördüm gün gece
 avuçlarımda uyandım
 sözlerinden kalmış geriye
 zamansız iki hece
 bir de tuhaf bilmece

Uyut Beni Ninninle


Konuşayım uzun uzun
 Anlatayım masalımı
 Sen sadece dinle
 Sonra eyy ağaç
 Uzat dalını
 Döşe yaprağını
 Nasıl yorgunum bilemezsin
 Haydi artık çal şarkını
 Uyut beni ninninle.

Anlık Mesele


Sabah olmuş 
Bana ne
Uyumak istiyorum
Belki devam edecek düş.

Keserim saçımı kısacık
Sana ne
Belki pişman olur
Ağlarım azıcık.

Bana aşkı tarif etme
Kim demiş ki sürer bin yıl
Sürerse sürsün hem
Kime ne

Benim ki,

Anlık mesele.

Bir Güz Şarkısı Bekliyorum


Bir güz şarkısı bekliyorum sabaha
 Gökgürültüsüyle gelsin sesi derinden
 Yeni doğan güneş utangaç olsun biraz
 Örtsün azgın çıplaklığını kurşuni bulutlarla
 Uyanınca içimde cıvıltılı bir sevinç
 Kurayım aşkla hayatın zembereğini
 Kurayım daha sıkı diğer bütün günlerden

Bırakın da Dökülsün


Sığar bir fotoğrafa bazen
 Koskoca bir ova, memleket,
 Dünya
 Eğer merceğin arkasındaki göz
 Yüreğinden bakıyorsa dünyaya
 Ve önce, ilk evvel, hakçasına
 O toprağın dilinden bir şiir,
 Bir masal, bir ninni yakışır
 Toprağına evlat olmuş
 Bir şairin derininden dökülsün
 Bırakın da dökülsün
 Anasına

Biz Bize Benzeriz


Bu coğrafya kardı hamurumuzu
 Alıçtır özümüz, harup, zeytin
 Güler yüzümüz, kavgayı da bilmez değiliz amma
 Daha ziyade "hoşgör içelim" demek için kadehe yakışır ellerimiz
 Biz bize benzeriz
 Değmesin yaban şiiri
 Değmesin manzaraya isteriz
 Yakıştırırsanız dert değil
 Alırız sözümüzü, şiirimizi
 Aradan çekiliriz.

14 Ekim 2013

İnsan Doğmayı Biliyor...

"İnsan doğmayı biliyor amma ölmeyi bilmiyor" dedi annem. Sonra içini çekti. "Ehh" dedi, "napalım, öleyim deyince ölünmüyor."
"Kendi doğumumuzu da bilmiyoruz anne" dedim. "Sadece uyumayı ve yaşamayı biliyoruz. Yatınca uyuyoruz, uyku güzel. Kalkınca yaşıyoruz, hayat güzel. O kadar. Gerisi için bir şey yapmamız gerekmiyor" dedim.
Yüzü aydınlandı, "e bu güzel" dedi annem.
O gece rahat uyuduk, ikimiz de.

İnsanın Müzikle Sevişmesidir Dans


İnsanın müzikle (müzik eşliğinde değil) sevişmesidir dans. Bedenler sadece müziğin kusursuzluğunda gizli duran "dokunulmazlık" engelini aşmak içindir. Bedenler müziğe dokunmak içindir.


13 Ekim 2013

Tuncel Kurtiz


Aslında oldukça geç keşfettim ben Tuncel Kurtiz’i. Ama bir keşfettim pir keşfettim. Adete çarptı beni. Diyebilirim ki ona âşık oldum. Tiyatrosu, filmleri, sesi… İlle de sesi. Ve elbette hayata bakışı. Yaşayışı. Dopdolu bir insandı ki hiç boşalmadı. Son nefesine kadar içinden gelen ve önünde durması mümkün olmayan o deli dalgalara kement attı. Zaman zaman dalgaların sürüklediği yere gittiyse de tesadüf değildir gitmek istediği için oradaydı. Hiçbir oyun, hiçbir film, hiçbir aşk içindeki dalgalı denizi yatıştırmadı sanırım. Ya da çok kısa sürdü bu yatışmalar. Onun varoluşu fırtınalıydı, başka türlüsü mümkün olamazdı, olmadı. Ben çok âşık olurum diyordu. On, yüz, bin kere. Ama aşkın da dereceleri var diyordu. Bazen bir anda. Bir bakışla. Bazen uzun uzun.  Kendi kendini anlattığı “Tuncel Kurtiz Bölük Pörçük” kitabında çocukluğuna bir kapı arlar;

“Reşadiye Kaymakamlığı. Tuncel okula başlamış, bir haşarı. Öğretmenim annem. Dayanamayıp kulağımı çekip, kafamı tahtaya vuruyor bazen. Hiçbir şey para etmiyor bana. En çok şunu hatırlıyorum. Evin önünde ziyafet sofrası kuruldu. Ekibin başındaki Muzaffer Sarısözen’miş.  Yemek yenip rakılar içildi. Ve âşıklar gelip türküler okudular. Bu türküler plağa alındı.  Plağın üzerinden çıkan o plastik tel yumaklarıyla oynamaktaydım ben. O günlerden bir türkü hâlâ kulaklarımdadır. Arasıra mırıldanırım. Şimdi aklıma gelmiyor. Hah geldi. “Sarsı kırağında kır atım kişner”. Bu türküyü çok iyi hatırlıyorum. Sonra Kandıra. Okul bahçesinde terbiyesiz kelimeler de öğreniyorum. Hiç burada tekrarlamanın lüzumu yok şimdi. İlk tiyatro oyunumu oynuyorum orada ben. Kahraman bir milli mücadele askeri.  Düşmanla işbirliği yapan herkese karşı. Bir elimde tüfek, başımda kalpak. Kaymakamın çocuğu olduğumdan bütün bayramlarda ben şiir okuyorum”.


Psikoloji  bilimi  saçmalayıp anne babalara çocuklarıyla arkadaş olmalarını tavsiye etmeden, anne babaları çocuklarının esiri, maskarası haline getirmeden önce anneler, babalar güzel dayaklar atarlardı çocuklarına ve o çocuklar arasından güzel insanlar çıkardı. Belli ki Tuncel Kurtiz onlardan biri. Hayatı ciddi ciddi yaşamış. Ciddi ciddi çocuk  olmuş, usul usul büyümüş. Hayallerini de kendiyle birlikte büyütmüş. Ne güzel.

Kitabındaki bu fotoğrafının altında şunlar yazıyor;
Posof’tan Ayvalığa, oradan Amerika’ya. İlk coca cola acı. Sosislerin kabuğu soyulmuyor sucuk gibi, ekmekler ilaç gibi kokuyor, ben ne arıyorum buralarda, işte böyle hüzünle bakıyorum fotoğrafçıya.

Onun için söylenenler de Tuncel Kurtiz’in kim olduğuna dair çok şey söyler bize. Kulak verelim:
“Tuncel Kurtiz’i tanıdığımda, yurtdışından, 20 yıllık gönüllü sürgün hayatından yeni dönmüştü Türkiye’ye ve inanılmazdı. Küçük bir entelektüel grup haricinde herkes ya Umut’tan ya da Sürü filminden kaba saba, kötü adam rolleri oynayan bir aktör olarak hatırlıyordu. Onun dünya çapında bir oyuncu olduğundan bihaber olmaları sıradan insanlar için normaldi ama, ya sinemadakiler, onlar tanıyorlar mıydı? Böylesine büyük bir aktörü önce sinemamızın tanıması gerekiyordu. Onun adı, filmin adı olarak, çok sevdiği Şeyh Bedrettin destanından alınmış ve “Bedr” olmuştu benim için ve gerçekten sinemamızda hâlâ ışığı sönmemiş, bu ilke tiyatrosu ve sineması anıldıkça hiçbir zaman da sönmeyecek olan bir Bedr idi benim için, bir dolunaydı. Bedreddin dinin ve başkaldırının dolunayı idi, Tuncel Kurtiz sinemamızın, kültürümüzün dolunayı.

-Mehmet Eryılmaz, Yönetmen
(Tuncel Kurtiz Bölük Pörçük kitabından)

Gene de derli toplu bir ne zaman, ne yaptı dizisi vermek gerekir mi bilmiyorum… belki de gereksiz ama gene de vermeli.


Tuncel Kurtiz
Oyuncu, Senarist, Yapımcı
Doğum Tarihi: 01.02.1936
Doğum Yeri: İzmir, TÜRKİYE
Türk sinema ve tiyatro oyuncusu, yönetmen, yapımcı, senarist. Babası Selanik doğumlu bir Türk bürokratı, annesi Boşnak’tır.

Üniversitede kısa bir süre hukuk fakültesinde, daha sonra ise filoloji, felsefe, psikoloji ve sanat tarihi bölümlerinde okudu; ancak hiçbirinden mezun olmadı.[1] İlk kez 1959 yılında Dormen Tiyatrosu'nda oyunculuğa başlamış olan sanatçı, sinema filmlerinde rol aldı. Sürü filmiyle zirveye çıkan sanatçı, doğayla iç içe yaşamayı sever. Hacı ve Asi adlı dizilerde başrol oynamıştır.

2009 yılının başında vizyona giren olan Güz Sancısı filminde Kamil Efendi karakterini canlandırmıştır. Aynı yıl yayına başlayan Ezel adlı dizide Ramiz Karaeski karakterini canlandırmış ve tanınırlığı daha da artmıştır.

2010 Yaz döneminde NTV yeşil ekranlarında Edremit'in Çamlıbel kasabasında eşi ve kayın biraderi ile birlikte işletmekte olduğu Zeytinbağı  adlı butik otelde dostlarını ağırlayarak Tuncel Kurtiz ve Dostları adlı bir program yapmıştır. Aynı yıl BBC'nin Hayat (Life) belgeselini seslendirdi.


Filmografi

1964
• Şeytanın Uşakları 

1965
• Üçünüzü De Mıhlarım
• Son Kuşlar
• Sokakta Kan Vardı
• Sokaklar Yanıyor
• Sayılı Kabadayılar
• Krallar Kralı
• Konyakçı
• Kanlı Meydan
• Haracıma Dokunma
• Güzel Bir Gün İçin
• Büyük Şehrin Kanunu
• Bitmeyen Yol
• Bir Caniye Gönül Verdim
• Ben Öldükçe Yaşarım
• Babasız Yaşayamam

1966
• Ağaların Savaşı
• Zehirli Kucak
• Yiğit Yaralı Olur
• Silahların Kanunu
• Silahına Sarılan Adam
• Nikahsızlar
• Kıran Kırana
• Karanlıkta Vuruşanlar
• Kanunsuz Yol
• Kanunsuz Dağlar
• Kanlı Mezar
• Kader Çıkmazı
• Hudutların Kanunu
• Dört Kurşun
• Çirkin Kral
• Çingene
• At Avrat Silah

1967
• Kuduz Recep (Aslan Arkadaşım)
• Krallar Ölmez
• Bana Kurşun İşlemez

1970
• Umut
• Tatort (Alman TV dizisi)

1974
• Otobüs

1977
• Nehir

1978
• Kanal
• Sürü  
1979 
• Gül Hasan (Ayrıca filmin yönetmeni ve senaristi
• Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Senaryo Ödülü)
• Bereketli Topraklar Üzerinde (Ayrıca filmin senaristi ve yapımcısı)

1981
• Kleiner Mann was tun (Alman yapımı)

1983
• Kalabaliken i Bender (İsveç yapımı)
• Duvar

1984
• Turkse Video

1985
• Die Abschiebung (Alman Yapımı)
• Vägen till Gyllenblå! (İsveç TV dizisi)

1986
• Hiuch HaGdi (Berlin Film Festivali Gümüş Ayı (En İyi Erkek Oyuncu) Ödülü)

1987
• Den Frusna Leoparden (İsveç yapımı)
• Aufbrüche (Almanya yapımı)

1988
• Livsfarlig Film (İsveç yapımı)

1989
• Noel Baba (Almanya yapımı)
• Täcknamn Coq Rouge (İsveç yapımı)
• Mahabharata (Uluslararası yapım)

1990
• Skyddsängeln (İsveç yapımı)
• Zeit der Rache (Avusturya yapımı)
• Die Hallo-Sisters (Alman televizyon dizisi)

1992
• Kvällspressen (Alman TV dizisi)

1993
• Çakalların İzinde (Televizyon dizisi)
• Korkunun Karanlık Gölgesi (Almanya yapımı)
• Ağrı'ya Dönüş
1994
• Bir Aşk Uğruna (Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü)
• Aşk Ölümden Soğuktur

1995
• Cemile ve Umudun Masalı

1996
• Cemile
• Usta Beni Öldürsene
• Tabutta Rövaşata
• Işıklar Sönmesin
• İstanbul Kanatlarımın Altında

1997
• Gräfin Sophia Hatun
• Çökertme
• Akrebin Yolculuğu (Ankara Uluslararası Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü)

1998
• Vive la mariée... et la libération du Kurdistan (Fransa yapımı)
• Hoşçakal Yarın

1999
• Kurtlar Sofrası (Televizyon dizisi)

2000
• Kumru (Televizyon filmi)

2001
• O da Beni Seviyor
• Şellale (Sadri Alışık Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu Ödülü)
• A cavallo della tigre (İtalya yapımı)

2003
• Alacakaranlık (Televizyon dizisi)
• İnat Hikayeleri (Ayrıca filmin senaristi)

2006
• Hacı (Televizyon dizisi)

2007
• Kara Duvak (Televizyon dizisi)
• Yaşamın Kıyısında (Ankara Uluslararası Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü
• Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü
• Yeşilçam Ödülleri En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü)
• Asi (Televizyon dizisi)

2008
• Jack Hunter and the Lost Treasure of Ugarit (ABD yapımı TV dizisi)
• Lal
• Güz Sancısı

2009
• Kayıp Armağan
• Siyah Beyaz

2009 - 2011
• Ezel (Televizyon dizisi)

Rol Aldığı Bazı Tiyatro Oyunları

• Çok Tuhaf Soruşturma
• Şeyh Bedrettin
• Keşanlı Ali Destanı
• Mahabaratta
• Devri Süleyman
• Yolcu
• Martı
• Zafer Madalyası
• Altın Yumruk
• Ayı Masalı
• Kalbin Sesi Halkın Gözü
• Teneke







Düşyazılar 3



Gün boyunca yağmuru bekledim. Doldu gökyüzü, dolmadı değil. Bulutlar yığın yığın geldiler, gelmedi değil. Dert bulutsuzluk değildi yani. Daha öte bir şeydi. Çünkü o beklenen yağmur yağdı, yağmadı değil. Uzaklara yağdı. Oysa hazırdım, atacaktım kendimi sokağa. Sırılsıklam oluncaya dek duracaktım yağmurun altında. Saçlarımdan omuzlarıma, omuzlarımdan sırtıma, sırtımdan kalçama… tepeden tırnağa yani. Sonra iyice üşüyüp dişlerim vurmaya başlayacaktı. Ben bekleyecektim. İliklerime kadar üşüyecektim. Sonra sinecekti yağmurun arı duru etkisi ruhuma. Beyaz bir güle dönecek ve şarkımızı söyleyecektim. Oysa yağmadı yağmur, ıslanmadım, üşümedim, arı duru değil ruhum ve hâlâ utanmazcasına kıpkırmızı bir gülüm. Lâl rengi ayak izlerim. Yapacak bir şey yok. Öpeceksin.

Sığmam Dünyaya



sığmam dünyaya, hayata sığmam,
 bir yanım arş-ı ala, bir yanım devir devran
 yükseklerdedir gözüm, bir şahin kadar keskin, 
 hiç çekinmem söylerim, esirgemem budaktan,
 kim ki gül yaprağı döker gönlüme, 
 bir lal cümle kurar dilince, 
 şarabım şiirdir dolar kadehe, 
 hoşgör içelim canım, içelim haydi, şerefe.

Ala Doğan


ben bir ala doğan olsam 
kanat çırpsam gönlüne
içerimde biriken maviyi
 yorgan diye döksem üstüne
 yüce bir çınar bulsak
 dalına yuva kursak
 gözün gözümde dursa
 ölüversek öylece



 foto: Hasan Bağlar

11 Ekim 2013

Kristal Gece


gene bir yaz gündönümü
 usulca bırakıyor kendini
 kristal bir geceye
 ağzımda sevişgen bir sigar
 çekiyorum içime
 kedim kucağımda
 kucağım rızamla bırakıyorum
 kedime

Memleketim


Toprağına gözyaşımı döktüğüm
 Terimi akıttığım
 Aşımı ekmeğimi kazandığım
 Sarı ovam, mor dağlarım
 Memleketim
 Ak duvaklı gelin olduğum
 Ak kefenle koynuna girdiğim
 Poyrazında üşüyüp, melteminde şifa bulduğum
 Ezelimsin, inkar edersem kör olurum
 Sularında yunduğum
 Öz yurdum
 Sarı ovam, mor dağlarım
 Lapsanam, gömecim
 Eyy benim canımdan aziz memlektim...

 Foto: Zeki Gürsel

8 Ekim 2013

Bakınca Yüzüne


Bakınca yüzüne
 Derin bir uçurum
 Yüce bir dağ
 Tanrının ışığı çakıp durur
 Gözlerinde
 Deliririrm
 Bir arzu
 Bir vahşi at
 Sürükler beni
 Kalırım kan revan
 Yara bere içinde

Yemin Ettik Bugün


Yemin ettik bugün
 Taptaze
 Dedik ki birbirimize
 Ölürsem eğer senden önce
 Bil ki arafta bekleyeceğim
 Bekleyeceğim seni
 Sonsuza dek sürse de
 Dedi ki 
 Biliyor musun
 Ne kadar içindeyim
 O derinliğin nasıl da delisiyim
 Ölmek benim için bir fincan kahve
 İçip varırım ezelden ebede

Yürüdüm Çıplak Ayak Yüreğine



Sen, sensin dedi sesi
 Baktım gözlerinin içine
 Yürüdüm çıplak ayak yüreğine
 Dedim ki
 Galiba, galiba ben, bizim
 Biz ki yazıldı kaderimiz 
 Arş-alada ve okundu
Yıldızlarda duamız
 Bir emir, bir fısıltı gibi
 Bütün canlıların kulağına

Akmıştık Birbirimize



Ve vurduk kadehleri birbirine
 Dedik ki tanrının şerefine
 Çünkü buluşmuştuk
 Öyle bir zamanda
 Ve öyle bir yerde
 Doğmuştuk ki
 Mümkünü yoktu
 Akmıştık birbirimize

6 Ekim 2013

Hayatın Tomurcuğu



Gece iner usulca
 Karanlık çöker 
 Gözlerimi kapatır
 Sabah çiyini beklerim
 Gün uyanır 
 Açılır yüreğim
 Hayatın tomurcuğu
 Gümbürtüyle patlar 
 İçimde... 
 Derininimde bir yerlerde.



Foto: Özcan Koşan Photograpy

Kelam

Çekip alınca kelamı kitaptan hafifler anlam, çoraklaşır düşünce, hayvana yaklaşır insan.

 Tijen Zeybek

İki Haylaz Çocuktuk



Katmıştı bizi önüne rüzgar
İki haylaz çocuktuk
Hayata ağız dolusu gülüyor
Ve korkusuz aşka koşuyorduk

Artık Çingeneyim



Vakit erişti 
 Tanrıça'ya yol verdim
 Can yangını söndü
 Artık çingeneyim
 Söz veriyorum
 İlk kar tanesi düşünce
 Zeytin kebap edeceğim
 Sadece senin için
 Göbeciğimde...

Uyuyunca Düşümdesin



Uyuyunca düşümdesin
Uyanınca içimde
Alır zamanı yürürüm
Saçlarının içinde
Güz gelir uzatırım elmayı
Sırf hüzün gözlerinle
Beklersin kıpırtısız ve sessiz
Ay hilal olsun diye

Gece



Tülden bir perde gibi hafif
 Hafif ve şeffaf iniyor gece
 Günden kalma iki kadeh
 İki de ezilmiş izmarit
 Birinde kıpkızıl bir leke
 Sokulmuş birbirine
 Şefkatli geceyi
 Giyiyorlar üstlerine
 Sıcak bir hırka niyetine

3 Ekim 2013

Eğildim Suya


eğildim suya
 döktüm sevdamı
 masmavi deniz
 gül rengine boyandı


Kasıklarımda Sancı


ışığa durunca dünya
 yürüdüm yol boyunca
 suya bulut düşürdüm
 bir de seni düşündüm
 kasıklarımda sancı
 kor ateş kesildim



Foto: Hasan Bağlar