30 Ocak 2003

Ne Demeye ve Hangi Hakla...

Şubat tatili geliyor ya, son derece mutluyuz bu durumdan. Hakiki bir ders yorgunu oğlum. Git okula, çık okuldan, koş etüde, dersti, ödevdi derken bunaldı haklı olarak. E haftada kırk saat da kırk saat diye dayatanlar utansın. Bir de yaz mesaimizi kırparak bu kırk saatleri daha da uzattılar. Sabah sekiz akşam beş. Aslında sabah yedi buçuk akşam altı demek bu. İster istemez çocuklar da katılıyor bu yorgun sarmalın içine. Sanki yaz mesaisi üç aya düşürülüp, kuşa çevrilince yüce devletimiz büyük kârlara geçti. Domuz kuyruğu kadar tasarruf ettiyse Arabistan çöllerinde üç gün duşsuz kalayım, canına yandığımın. Bütün gün klimalar çalışsın, telefonlar işlesin, sabah sabah beş tur at ki park yeri bulasın. Sonra çamurların içinden bata çıka gel. Yarım saat ayakkabılarını temizle, kurula. Sonra ikinin ikisi elektrikler kesilsin. Jeneratörü olanların tuzu kuru kalsın, olmayanların ki ıslansın, kaya taşı olsun, bana ne.

Yani diyeceğim o ki, sen çalış çabala, başbakan yüz bilmem kaç milyarlık mersedes alsın. İyi mi? Cumhurbaşkanı İstanbullarda otuz milyarlık perde diktirsin saraya. Sonra oğlum gelsin desin ki; Anne ben okulda tuvalete gitmek istemiyorum, ıyyyy, çok pis. E haklı çocuk. Ben de iş yerinde tuvalete gitmek istemiyorum. Aynısından: Iyyyyyyyyyy, çok pis. Üstelik bir de kuyruk. E böyle olunca haliyle çok mutlu oluyoruz tatillerde. Bir de ben ha bire emekliye ayrılıyorum rüyalarımda. Her gece dilekçeler veriyor, emeklilik izinlerine başlıyorum. Bir gamsızım bir gamsızım ki bu rüyalarda, o kadar olur yani.

İşte bu yüzden, sırf bu yüzden gelsin dini, milli, zilli bayramlar. Dinlensin anneler, çocuklar. Kış kıyamet otursunlar evlerinde azacık. Sabahları alsınlar çocuklarını da yataklarına, sabah sefası yapsınlar. Doyasıya koklasınlar onları, gıdıklasınlar, şımartsınlar. Sonra şöyle koyun koyuna, sıcacık bir uyku daha çeksinler. Okullarda, etütlerde, kreşlerde hırpalanmasın çocuklar bir süre. Disiplin, disiplin. Ders, ödev, kolejlere hazırlık, test soruları. Gına geliyor haklı olarak. Çocuklarımızın çocuklukları komutlarla, zil sesleriyle geçiyor. Şu saatten şu saate yemek, şu saatten şu saate ödev yapma, tuvalete gitmek için izin, telefon etmek için izin. Çekilmiyor doğrusu. Geçen gün öğretmeni kızmış Ahmet’e. Neymiş, kendisinden izin almadan telefon etmiş bana. Son derece kırgındı sesi. Çünkü başı çok ama çook ağrıyormuş, üstelik o gün harçlığını almayı da unutmuş. Sonra Temre ile de kavga edip küsüşmüşler. Anneciğiyle dertleşmek istemiş besbelli, annesine, bana ihtiyacı olmuş. Ne var burnundan getirecek? Dün de suratı asıktı eve geldiğinde. “Bu gün arkadaşlarım bana güldü, öğretmenim de kızdı.”dedi. Etütte oluyor bütün bunlar. Öğretmeni defterini kontrol etmek istemiş, Ahmet kendi defterinin kontrol edildiğini söyleyince öğretmen “Sen bunadın Ahmet.”deyivermiş. Defteri açınca hakkaten kontrol edildiğini görmüş tabii. O zaman da Ahmet lafını esirgememiş “Siz bunadınız öğretmenim.”demiş, kibar kibar, sizli bizli. Bütün çocuklar gülmüş, öğretmeni de çok kızmış tabii. Ahmet de üzgün. Gözlerini yüzüme dikip ağzımdan çıkacak cümleyi bekliyor. Kızacak mıyım, gülecek miyim, ayıplayacak mıyım? Siz olsanız ne yapardınız allah aşkına.

Demek ki tatile çıkmanın zamanı gelmiş. Demek ki öğretmenlerin öğrencilerini, öğrencilerin de öğretmenlerini özlemeye ihtiyaçları var. Birbirlerinin gözünü kaşını yarmadan. Aslında Kıbrıs Türk halkı olarak külliyen tatile çıkmalıyız. Belki de topluca, yüzlercemiz meselâ, Pile’den geçip Trodos’a gitmeliyiz. Ne demeye ve hangi hakla mahrum kalıyor muşuz bakalım sevgili adamızın tek karlı dağından. Sedir ağaçlı ormanından ve kar topu oynayarak stres atma zevkinden.

Tijen Zeybek (30 Ocak 2003 Yenidüzen)