4 Ocak 2003

SAM AMCALAR ÇOKTUR

Bir yandan savaşa bir yandan da yeni yıla hazırlandı dünya. Bir yanda ışıl ışıl süslenmiş sokaklar, öte yanda namluya sürülmüş kurşunlar. Bir yanda ak sakallı noel babalar, torbalarında çocuklara armağanlar, öte tanda uçaklar dolusu bombalar. Çıkıp yeni yılını kutlar dünyamızın Afganistan’dan sonra Irak’ı da ölüler diyarına çevirmek için sabırsızlanan atsız kovboylar. Amerika! Amerika! Uygarlığın ve varsıllığın cenneti. Steinbeck’in “Gazap Üzümleri”nin olgunlaştığı, sefaletin ve insanlıktan uzaklığın mesafelerle anlatılamadığı zamanlar görmüş topraklar. Geçmişinden ders almayan insanoğlu insanların dünyası bu dünya. Böylesi bir geçmişten sonra geliyor gelecek. Acılardan ve çığ gibi büyüyen öfkelerden sonra gazaba geliyor yığınlar ve bir daha bir daha kanla yıkanıyor sokaklar. Bir daha bir daha en büyük bedeli ödemekten kurtulamıyor çocuklar ve bir daha bir daha yerle bir edilmiş şehirler üzerine kurulmaya çalışılıyor hayatlar.

Modern zamanlarda biraz daha kibarca sömürülüyor zengin yurttaşlar ve modern zamanlarda modern silahlarla ve hâlâ hoyratça ve dövülerek atılıyor kendi topraklarından yoksul yurttaşlar. Fark bu kadar. Hepsi bu kadar. Iraktaki petrol lazımsa yağdırırsın “high teknolocy” bombalarını, yıkarsın halkın başına evlerinin damlarını, alırsın alacağını. İngiliz kapitalizminin tıkanmışlığıysa söz konusu olan, sermaye istediği kadar kâr edemiyorsa, İngiliz emekçisinin emeklilik yaşını yetmişe dayarsın, çalışma saatlerini de tıpkı eskisi gibi uzatırsın gün doğumundan gün batımına, hepsi bu işte. Yeter ki sistem tıkanmasın, yeter ki kapitalistler yüksek kârlarından mahrum kalmasın, yeter ki dönsün sömürü çarkları, insan etiyle insan ruhuyla beslenen kazanlar yakıtsız kalmasın. Böyle bilir böyle yapar Sam Amca.

Sam Amca’lar çoktur. Kimileri kendi ülkesine gizlice, bir hırsız gibi girer korkusundan. Helikopterler zoom yapar kımıldayan her şeye. Paranoyakça bir korkuyla ve kendi sinsi komplolarından alışık oldukları üzere, kanlı maestrolarına doğrultulmuş bir silah ararlar kıyıda köşede. Bir kalabalık arar gözleri ellerinde çürük yumurtalar. Bir okul dolusu çocuk, banyolarda kurşunlanmamış henüz ve daha tanışmamışlar ülküler uğruna kesilen yandaş başlarla. Ve yetmiş dörtten sonra doğan çocuklar bugün otuzuna merdiven dayamışlar ama kıyaslayınca yetmiş sekiz  seksen yaşlarla hâlâ bebek muamelesi yapmak ister maestrolar onlara. Kaç kişinin yüz binlerce doları var ki ödemek için Amerikan tıbbına.

Yığın yığın insanlar var gücüyle bağırırken yağmurun altında, demokrasicilik oyunundaki arkadaşları saklanıyor Çin Seddi’nden bile uzak “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”yazan duvarların arkasında. O duvarlar ki bayraklar döşenmiş her metrekaresine mayınlar gibi. Ve onlar buz kesmiş elleri sıkılırken havada ve ıslanırken ayakları yağmurdan, bir çocuk koltuğunun altında baskül “tartayım abla”diye soruyor şaka yapar gibi. Traji komik bir tiyatronun tuhaf sahnelerinden biri sergileniyor sanırsın ve sanırsın ki tanrının gülmekten akan gözyaşlarıdır bizi ıslatan. Yakınında bir yüz uzanıp da kulağına sorunca “Sence kaç yaşında bu çocuk?”diye uyanırsın bir gerçekten bir başka gerçeğe. Anlarsın ki sefaletin de, kötülüğün de, erdemin ve felâketlerin de dibi yok bu yerde.

Gazabın ve kahrın  nefretin ve aşkın, öfke ve sabrın, sevgi ve umursamazlığın sınırı yok bu yerde. İyiliğin ve kötülüğün, açlık ve tokluğun, varlık ve yoksulluğun, kavga ve barışın, huzur ve huzursuzluğun, terör ve şiddetin acı ve kederin sınırı yok.

İnsanlığın ve insanlık dışılığın haddi hesabı yok. Ne eskisinde yılın, ne de yenisinde.

Tijen Zeybek