3 Ocak 2014

Lefkoşa'ya Ağıt



Hiç bu kadar kirlenmemişti yollarım, hiç bu kadar pislikle çiğnenmemiştim. Hiç bu kadar yabancı düşmemişti bana insanım. Hiçbir sabah is ve kuruma açmamıştım gözlerimi ve bana açılan gözler de hiç bu kadar benden habersiz değildi. Ben ırzıma geçilen, kan ve pislik içinde yere serilen  o eski sevdalınızım.
Ben, Lefkoşa’yım.

Hatırlar mısınız tüm delikanlılar bana âşıktı. Şarkılar bana adanırdı hep. Zambak beyazı tenimdeydi yaseminlerin en taze kokusu. Kadınlar evlerinden önce sokaklarımı yıkarlardı buz gibi sularla. Yazlık sinemalar ortak yaşamımızın romantik nağmeleriyle aşka çağırırdı. Yaz akşamlarının portakal çiçeği kokulu serinliği bendim, sulanan kapı önlerinin iç bayıltan toprak kokusu bendim.
Ben sizin o eski sevdalınızım.
Ben, Lefkoşa’yım.

En beyaz, en yumuşak, en tütülü ekmek benim ekmeğimdi. Annelerin çantasındaki hellimdi çöreğimin katığı. Köy çocukları sabah karanlığında yolumu tutan ırgat babalardan şeher ekmeği isterlerdi hep. Akşam köye dönen ırgatlar Lefkoşa Lefkoşa kokardı, şeher kokardı, ben kokardı. Herkesin çantasında biraz da Lefkoşa vardı.
Ben sizin o eski sevdalınızım.
Ben, Lefkoşa’yım.

Birbirine dayanan dost evlerin minicik avlularında çamaşırlar yıkanırdı, yürekler yıkanırdı, husumetler yıkanırdı. Toprak ve  teneke saksılarda çardellalar gülücükler saçardı. Tüm mutfaklar nane kokulu, yastıklar kınaçiçekliydi.  Dipdiri ve umutluydum o zamanlar, tüm genç kızlar gibi güzeldim ve cömertçe sunuyordum güzelliklerimi size.
Hatırladınız mı? Ben sizin o eski sevdalınızım,
Ben, Lefkoşa’yım.

Kolum kanadım kırık şimdi. Üzerimde bin bir yabanın ayak izleri. Sarhoşların artığı, ayyaşların mezesiyim. Çoktan ölmüş olması gereken bir orospu eskisiyim. Sessiz duruyorsam sesim olmadığından değil, size söyleyecek sözüm kalmadığındandır.  Bakın, Yaseminci kadının  hayali azap içinde dolaşıyor Halk Sinemasının oralarda.  Kurumuş yaseminleri buruşuk boynunda, çalacak kapı, sarılacak dost arıyor bu nafile sokaklarda.
Hatırladınız mı? Ben sizin o eski sevdalınızım,
Ben, Lefkoşa’yım.

Sizden bin bir izi içimde taşıyorum halâ. Eski sokaklar tanığıdır her şeyin. Arabahmet, Kuruçeşme, Yenicami. Elleri kolları kelepçeli, gözleri bağlı esirler gibi şimdi. Arasta, Asmaaltı, Bandabuliya. Hepsinin şakaklarında bir silâh, kurşunlar sürülmüş namluya. Çağlayan ve Ayluga, birer dipçik darbesi canları var, o da avuçlarında.
Hatırlamadınız mı hâlâ? Ben sizin o eski sevdalınızım.
Ben, Lefkoşa’yım.

Hisarüstündeki bayram yerini unuttuysanız eğer, Eyribacağın Meyhanesini hatırlarsınız mutlaka. Hani, nerede Cici’nin yerindeki kibar erkekler. Dikkatlice kulak verirseniz eğer duyarsınız Aynalı’nın manilerini. İçi buruk, kalbi kırıktır Aynalı’nın ve dinleyin, artık acıyla yoğrulmuştur şiirleri.  Aynalı’nın manilerini duyarsınız duymasına da bilmem ki hâlâ içiniz çeker mi nane şekeri yemeyi. Ne zamandır zehir zemberek Lefkoşa’nın her şeyi.
Hatırladınız mı beni? Ben sizin o eski sevdalınızım.
Ben, Lefkoşa’yım.

Tantin’in hamamında kimleri yunmadı ki buz kırağı sularım. Enver’in kahvesinde nargile çekerdi adamlarım ve görmezlikten gelirlerdi pambuk dulup bacaklarını yoldan geçen kadınlarımın. Kadınlar güleçti, kadınlar buzlu limonatalar kadar serindi ve sümbüller kadar  mahçup bakışlıydı gözleri. Enver’in kahvesinin önünden geçerken, sertçe çimdikleyip kızları, yere bakmalarını tembihlerlerdi.
Ben sizin o eski sevdalınızım.
Ben, Lefkoşa’yım.

Önce revü kızı sonra geçkin fahişe Abbas’ın Şerif. Ne kadar da benziyor kaderimiz. Abbas’ın Şerif yorgun yorgun gitti de iki gün sonra bulundu ölüsü, yazık. Nasılda benziyor kaderimiz. Ben Lefkoşa’yım o Abbas’ın Şerif. Cömertçe sunduk kendimizi insanlara ama bilinmedi kıymetimiz. Ağlamıyorsam eğer sanmayın ki tükendi gözyaşım.  İçimde biriktiriyorum acımdan damıttığım tuzlu suları, günü gelince, yorgun bedenim hepinizden umudu kesip de yere serilince, kendi ölümü kendi sularımla yıkamak isterim.  Artık o gün kimse bir tas su dökmesin gövdeme, kefenimi kimse dikmesin, ne ağıt ne de dua isterim.  

Ben Lefkoşa’ydım, O Abbas’ın Şerif. Nasılda benzedi kaderimiz. Yorgun yorgun öldük ikimiz ve vefasızlık cehenneminde sahipsiz kaldı ölülerimiz.





Od - 5


Büyüsün yangını can evimin

Sarsın dumanı dört yanım
Zift karanlık insin korkmam
Korksam bile teslim olmam
Cenk ederim son deme dek
Ten delinip solana dek
Sonrasında bahar bahçe
Sonrasında düğün dernek

Od - 4


İnceciktir kanatları

Kaderi üstünde yazılı
Pervane düşünce yola
Bir pırıltı geçer semadan
Bir kalp atışı sürede
Belirip kaybolur
Ağarır bir insan sureti
Yeryüzünde bir yerlerde

Od - 3


Sol yanımın sancısı

Dinmedi dinmez 
Yüreğimdeki ateş
Sönmedi sönmez
Dikenlidir,
Kordur,
Yangındır yol...
Çıplak ayak yürümeli
Ateşi etle beslemeli
Sonrasında soğuk sular
Sonrasında duru pınar
Kim bilir... Belki...

Od - 2


Yolu ateştir pervanenin

Yolculuğu gece
Gecesi gündüzedir 
Gündüzü gizli ateşte

Od - 1



Mümkünü yok sönmez
Ateş bir kez düşmeye içine
Denizi döksen üstüne
Bana mısın demez
Beslemeli önce
Ne varsa atmalı ateşe
Bitince yakılacaklar
Söner ancak o vakitte

Od


Yoldur yürünecek
Sırdır bilinecek
Varmak için menzile
Bir cinayet işlenecek