31 Mayıs 2013

Koskoca Bir Yürek


önünde sarin gazlı polis
arkanda mermiyi namluya sürmüş polis
sağında copu indirmeye hazır polis
solunda koskoca bir yürek
al çocuk gönlümü göğsüne kalkan et...

Doğuran da Biziz Doğan da


doğuran da biziz doğan da
göğsümüzde saklarız hayatın özünü
tanrının hediyesidir
gözümüz gibi bakarız,
canımız gibi
saklarız içimizde.
bize tuzak kuran elleri
çehremizde şeytan arayan gözleri
elimizi sıkmaktan imtina edenleri biliriz ezelden.
korkmadık hiç korkmayız
korksak da teslim olmayız
bu da böyle biline

29 Mayıs 2013

Sevdası Oldum


salladım aydedeyi
 uyuttum dizimde
 beşiğini sallayıp
 güneşin
 emzirdim mememde
 anamdı yeryüzü
 anası oldum
 babamdı gökkubbe
 sevdası oldum
 oldum....

Derinde...


derinde bir şeyler var
 seziyorum
 içimda bir rüzgar esiyor
 üşüyorum
 gökyüzünde ayı, güneşi
 aramayın boşuna
 nicedir onlar
 bende doğup batıyor

24 Mayıs 2013

Bütün İçkiler Şarap


Saat on ikiden sonra bütün içkiler şaraptır demişti Cemal Süreya
 ey biçare, ey gafil, ey yüreksiz
 suyu da yasakla elin değmişken
 gece yarısından sonra

Dört Mezar


dört haftada dört mezar gördüm
 dört cenaze, dört mezarlık
 birazcık daha anladım neymiş hayat, ahiretlik neymiş, neymiş dünyalık.
 anladım sadece birazcık...

Analık Zor Zanaat


Analık zor zanaat 
anladık amma
 evlat olmak çok mu kolay
 ey hayat
 söyle bana

23 Mayıs 2013

Tahir 2


Tahir’i ve onun özelinde Kıbrıs Türk milletini konuşmaya devam edeceğiz. Elimizde iki örnek olay var. İkisi de uçakta yaşandı. İkisi de birbirine çok benzer. Ve insanımızın olaylar karşısındaki tavrı da son derece tutarlı ve anlamlı. Ancak sıradan insanın ki hakiki insandır o, olaylara gösterdiği tepkiyi anlamlı ve değerli yapan olay kahramanları arasındaki “sınıf” farkı.

Bu olayların birincisi 2009 yılında yaşandı. Mehmetali Talat cumhurbaşkanı. Kendisi ABD’den dönüyor. İstanbul’da yolcularını almış uçak cumhurbaşkanı için bekletiliyor. Bekleyiş uzadıkça herkesin canı burnuna geliyor. Tepkilerden çekinen görevliler arıza var vs diye ahaliyi oyalamaya çalışırlar. Ancak bütün o zamanın sonunda Talat ve beraberindekiler uçağa avdet edince insanlar gerçeği anlıyor ve bundan hiç hoşlanmıyorlar. Hoşlanmadıklarını, böyle bir muameleye maruz kalmayı içlerine sindirmediklerini belli etmek için de Mehmet Ali Talat’ı yuhalayarak protesto ediyorlar. Öyle ki Talat ve ekibi uçağı terk ediyor.

İkinci olayı Salı gün yazmıştım. Tahir. Belki de şu hayatta tek ayrıcalığı biletinde kaç yazarsa yazsın uçakta bir numaralı koltukta seyahat etmek olan bir garip insanımız. Herkesin ona gönüllü olarak (belki de hayat karşısında ondan daha şanslı doğmuş olmanın küçücük bir bedeli olarak düşünülerek) verdiği bu ayrıcalığı onun elinden bağıra çağıra, itip kakmak pahasına almak için bütün gücünü ortaya koyan hoyrat bir insana karşı tutumu.

Tahir’in başına bir şey gelmesin, tartaklanmasın, hırpalanmasın diye herkes çabaladı o gün. Ve yuhalanan, şu kadarcık iyiliği bir insana çok gören o korkunç zihniyetin sahibiydi. O korkunç zihniyet ki “Sen kim oluyorsun lan” diye bir garip insana, heyecandan, korkudan dili dolanan ve “Ben özürlüyüm” demek zorunda kalan o insana karşı bu derece zalim olabilmiştir. Çok tanıdıktır bu zihniyet. Ve biz ilk defa karşılaşmıyoruz “Sen kimsin be dam” ağzıyla.

Ancak, olayı gözleri dolarak, tüyleri diken diken anlatan insanlarıma inancım daha da artmıştır. Kim ki bu ülkenin düştüğü durumda ahaliye suç bulur, oturup bir kere daha düşünsün. Bin kere daha düşünsün. Bizim insanımız hiçbir zaman güçlüden yana olmamıştır. Yalaka olmamıştır. Bizim insanımız asla zalimden yana değildir. Zulmetmeyi bilmez, zulmetmez.  Bu coğrafyayı bu kadar çekici kılan da sadece budur. Buraya gelenlerin gitmek istememesi de bundandır. O uçsuz bucaksız, engin hoşgörünün yarattığı bir türlü bozulmaz huzur yüzünden. Yoksa kaldırımda yürürken yan baktı diye bıçağı çekenlerden olsaydık bu göç, bu akın tersine olurdu.
Şimdiiii! Bu bir türlü bozulmaz barışı bozmak için siyasetçiler ve devletlüler ve elçiler, elçilikler çok küçük alevlere çok benzinler döktüler, döküyorlar. Çok hakaretler ettiler, ediyorlar. Çok üzerimize geldiler, geliyorlar. Bütün mesele bizi biz yapan özelliklerden bir an önce arınıp yetmiş beş milyonun içinde erimemiz. O yüzdendir bunca cami, kuran kursu, külliye. Bütün kadınların başı külliyen bağlansın, bütün adamlar karılarını dövsün, kızlarını sözleşmeyle satsın diye. Köylerde okullar öğretmensiz kalsın ama camilerde minderler dolup taşsın, çocukları imamlar okutsun diye. İki taraflı işleyen bir makinedir bu. Bir taraftan insanları işsiz, yoksul bırakırsınız ve her isyan ettiklerinde gözlerinin içine biber gazını sıkar, sırtlarından polis copunu eksik etmezsiniz. Böylece siniri, asabı bozuk, hayatla kurabildiği tek ilişki biçimi şiddet olan vahşi bir sürü meydana getirirsiniz. Diğer taraftan allah, günah, cehennem, hoca efendi, padişah, kul, cariye, harem, namaz, dua, halvet diyerek biat kültürünü bünyelere şırınga eder, yarattığınız canavarın gücünü hizmetinize koşarsınız.

Erbakan’ın 1994 yılında sorduğu soruya cevap verilmiştir. Bu cevabı halefleri vermiştir. Soruyu hatırlayalım. “Refah Partisi iktidara gelecek. Adil düzen kurulacak. Geçiş sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak, kansız mı?”.

Bizim sorumuz başkadır: Ayrı bir millet olarak varlığımızı korumak için Türkiye hükümetlerine ve onlarla işbirliği içinde olan kendi ÖZZZZZZZZZZZZZZ hükümetlerimize karşı ve onlar tarafından sürdürülen kirli siyasetin ulaştığı her metrekarede bağımsızlık kavgası verecek miyiz vermeyecek miyiz?



Tijen Zeybek (Şubat, 2012)


Tahir 1


Biz bizi yerde bulmadık dediydi horozun biri bir gün. Kıbrıs horozuydu. Doğrudur. Biz bizi yerde bulmadık.

Uçak yolcularını almaktadır. Uçağa ilk gelenlerden biridir Tahir.  Onun biletindeki koltuk numarası kaç olursa olsun o hep bir numaralı koltuğa oturur. Özel biri olduğu için kimse de durup Tahir’le kavga etmez “Kalk yerimden, orası benim” diye tutturmaz. Tutturmamıştır bu güne kadar. Çünkü herkes, neredeyse tüm Kıbrıs Türk’ü Tahir’i tanır. Birbirimizi biliriz. Uçağa adım atan her Kıbrıslı Tahir’e merhaba, der. Hayırdır gene Tahir, gene yolculuk? Diye dürter. Öyle Facebook gibi yalan, manasız ve bir o kadar da lüzumsuz dürtmeler değildir bunlar. Hakikidirler. Yaşarlar. Takım elbisesi, kravatıyla Lefkoşa sokaklarında gezen Tahir ve uçakla Tarsus’taki ailesinin yanına gidip gelen Tahir’le birlikte yenilenir, tazelenir bu “takılmalar”, dürtmeler. Hayatın içinde ve hayatın kendisindendirler. O yüzden değerli ve önemlidirler. Çünkü bize bizi hatırlatırlar. Ve içim acıyor bunu söylerken ama biz “biz”i unuttuk.
Dönelim hikâyemize ki gerçektir.

Tahir gene bir numaralı koltukta yerini almıştır. Hep bildiği, alıştığı yere oturduğu için yüreğindeki güvensizlik, serçe ürkekliği biraz yatışmış gibidir. Çoğunluktan farklı olduğunun bilincinde olmanın verdiği bir çekingenlikle bakınır durur etrafına. Birileri ona selam verdikçe, hatırını sordukça sevinir, rahatlar, iyi hisseder kendini.
Derken kesilen bilete göre bir numaralı koltuğun sahibi çıka gelir. Tahir oralı olmaz tabii. Öteki ısrarlıdır ve sorar Tahir’e;
“Sen kimsin lan da kalmıyorsun oradan”, Tahir şaşkındır. Bütün diğer yolcular da.
“Kim oluyorsun lan sen”. Tahir korkar. Diğer yolcular üzgün ve telaşlıdırlar. Şimdi ne olacak. Araya girerler,
“O Tahir’dir, hastadır bırak gendini otursun orda”.
“Müsaade edin yahu ne bilir o”
“Hayır, kalkacak!”
“Ayıptır yau, ne günlere galdık”
“Günahtır oğlum, hastacıktır bırak otursun orada”
“Yetkiliye şikâyet edeceğim, kalkacaksın oradan!”.
Adam şikâyete gider. Tahir’i tanıyan, bilen ya da yüreğinde biraz insanlık olan o anda tanımış olsa bile merhamet etmektedir. Herkes başına bir şey gelmeden Tahir’i bir numaradan kaldırmak için çabalar.
“Tahir boş ver sen onu. Gel sen buraya otur”
Tahir istemez.
“Tahir gel abam sen benim yerime. Bak burası daha güzel”
Tahir “I ıhı” der, yerinden kıpırdamaz.
Herkes tedirgin.
Derken adam yanında görevliyle çıka gelir. Görevli Tahir’i yerinden kaldırmak için davranınca bütün yolcular ayaklanır. Herkes Tahir’i korumak istemektedir. O Tahir’dir. Ne var büyütecek. Ne olmuş yani, ha o koltuk, ha öteki.
Görevli tepkiyi görünce geri çekilir. Ama asıl “rahatsız” kişi hâlâ tatmin olmamıştır. Belli ki işi uzatacaktır ve zaten hâlihazırda uçak yirmi dakika rötar yapmış vaziyettedir.
Kucağı çocuklu bir kadın, bizim kadınımız, yerinden kalkar. Tahir’in yanına gider. Tatlı tatlı konuşur, yüzüne güler.
“Gel abacığım” der. “Gel sen benim yerime otur. Bak burası da ön. Hem o koltuk yaramazdır. Uçak kalkınca sallanır o koltuk. Gel sen, burası daha güzel”.
Tahir’in gönlü olur. Oturduğu yerden kalkar, diğer yolcunun yerine oturur. O da bir başka yere. Bir numaralı koltuğun yarım saatlik oturma hakkını satın alan adam kendinden memnun geçer oturur yerine. Uçaktakiler kocaman bir protesto alkışı koparırlar kendi kendilerine homurdanarak;
“Afferim be sana”
“Gel olan bir guruş vereyim çok mühim iş yapdın”
“Vallahi bravo”.

İnsanın üzerine çok varmamalı. İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri, bir ince yerleri var, işte oraya dokunmamalı. Korkmalı insanların bu tarafından. Böyle diyor İnce Memed romanın bir yerinde. Nicedir üzerimize çok varıyorlar, nicedir bizimle oynuyorlar, nicedir ince yerlerimizi hoyratça çiğniyorlar. Biz bizi yerde bulmadık dediydi horozun biri bir gün. Kıbrıs horozuydu. Doğrudur. Biz bizi yerde bulmadık. Yedirmeyiz kendimizi, hele Tahir’lerimizi. 

Tijen Zeybek (Şubat, 2012)

22 Mayıs 2013

Söz Üzre

söz üzre kurulur dünya
 söz üzre bozulur
 bir söz ile döner dünya
 tek söz ile durur.
 başlatandır söz 
 bitirendir
 bazen bütün eder 
 bazen de yarım bırakandır


Her Yarım


ve her yarım tamamlar kendini
önünde ya da sonunda


21 Mayıs 2013

Üç İhtimal

Üç ihtimalli bir hayatın içinde savrulup duruyoruz. Üç vehmedilmiş ihtimal. Asla ezelden gelmeyen ve asla ebediyen sürmeyecek olan bu üç ihtimalin hayatlarımıza çizdiği sınırın içinde savrulup duruyoruz. Onları biz yarattık. Biz besleyip büyüttük ve bizi işgal etmelerine izin verdik. Kendi zavallı vehimlerimize yenildik kısacası. O yüzden yeterinden ve gereğinden uzun sürdüler ve neyin asıl neyin kurmaca, neyin hakikat neyin yalan ve neyin yaşamak için elzem olup neyin olmadığını ve daha birçok şeyi birbirine karıştırdık. Daha da beteri birbirlerinin yerlerini aldıklarına inandırıldık. Hepimizi bir şekilde cenderede tutan bu üç (başa bela) ihtimali gözden geçirelim. Birbirlerinden bir farkları yok, o yüzden sıralamaya bakarak yanlış vehimlere kapılmayın.
1-      Türkiye’ye ilhak olmak
2-      Kıbrıs Devletine ortak ya da yama olmak
3-      Bir devlet ilan edip TC’nin kucağına vermek


Üç haysiyetsiz ihtimal. Üçü de karaktersiz. Üçü de kolaycı. Üçü de bağımlı. Üçü de bir başka iradenin oluruna kalmış. Üçü de korkak. Üçü de yılgın. Üçü de zavallı. Üçü de yalan dolan. Sırayla gidelim.

Birinci ihtimal hiç olmadı. Kıbrıs Türkü taksim dedi ama hiçbir zaman ilhak demedi. Ama bu sakıncalı hayalin sahipleri endazenin bir tarafına KKTC’yi diğer tarafına gayrimeşru çocukları olan ilhakı koydukları zaman hep gayrimeşru çocukları ağır bastı. Ondan yana tavır aldılar.

İkinci ihtimalin peşinden koşanlar çoktur. Bunlar genellikle birinci ihtimale muhalefet ettiklerini sanarak alternatif olarak ortaya Rumcasını koyuyorlar. Ortaklığa aklımız yatmıştı. Bizim, yani Kıbrıslı Türklerin. Amma ve lakin Rumların aklına bu iş hiç yatmadı. Ne dün, ne de bugün. Ol hikâye ondan ibarettir. Rumlara AB’ın, ABD’nin ya da BM’nin baskı yapmasını ve onlara baskıyla bir çeşit ortaklığı kabul ettirmesini isteyenler 1960’a bakmayı reddediyorlar. 1963’e bakmayı reddediyorlar. Yirmi Temmuz’a lanet edip, 15 Temmuz’u olmamış sayıyorlar. Feci bir akıl karışıklığıdır ki o akıllar itinayla, kurslar, burslar, eğitim seminerleriyle kazandırılmıştır kendilerine.

Üçüncü ihtimali yaşıyoruz. Her gün daha aleni, her gün daha saygısızca, daha utanmazca, daha arsızca. Azarlanarak, tartaklanarak, itilip kakılarak.

Oysa bir ihtimal daha var.. Şarkıda olduğu gibi bize sorabilirsiniz “O da ölmek mi dersin?” diye. Biz de “Belki” diye cevap veririz. Ama değmez mi? Yunanistan ve Türkiye ne kadar bağımsız ise en az o kadar bağımsız bir devletin sahipleri olarak yaşamak idealinin peşinde koşmak, o ideal için Kuzeyle de Güneyle de kavga etmek, hak edilmesi gereken, kutsal bir meziyet olan bağımsızlık için değmez mi? Ancak kimse yorulmak istemiyor. Kimse düşüp dizlerini kanatmak istemiyor. Kimse sokağa çıkıp kirlenmek istemiyor. Kimse oturduğu koltuklardan kalkmak istemiyor. Hükümet edenler bağımsızlık ya da onur ve saygınlık peşinde değil son model Mercedes peşinde olduğu için, paragözlüklerinden, bulundukları makamı hak edecek niteliklerden yoksun olduklarından dördüncü ihtimalin peşinden koşan yok. Gerçekçi olup imkânsızı isteyen de. Oysa biz Tayyip beyin temmuz ziyaretinden önce yazmıştık pankartımıza. Ondan çok önce de dillendirmiştik. Ne TC’ye biat ederiz ne de Rum’a yama oluruz, demiştik. Onlar da bize siz kimsiniz, demişlerdi. Biz de biz “biz”iz, asıl siz kimsiniz demiştik.

Bize dayatılan üç ihtimalin üçünü de reddediyoruz.

Bizi TC hükümetlerine şikâyet eden, maaşlarımızdan ekonomik kriz nedeniyle kesinti yapan, ücretleri donduran, asgari ücrete üç kuruşluk artışı çok gören ama kendileri bizim paralarımızla saltanat sürenleri ve bu gidişe dur demek için değil sadece subaşına kendileri geçmek için sıranın kendilerine geleceği günleri ellerini ovuşturarak bekleyenleri, kurdukları ve devamına talip oldukları bu düzenle birlikte külliyen REDDEDİYORUZ.

Tijen Zeybek - Mart, 2012

20 Mayıs 2013

Kadınları Ninni Söylemezse Bir Coğrafyanın


Kadınları ninni söylemezse bir coğrafyanın
 Güneş kokmazsa saçları çocuklarının
 Usanır utanır olduysak bayramlarımızdan
 Keşke vurulsaydık da kaybolmasaydık derim o zaman


Kim Gelir Kim Geçerdi


Kim gelir kim geçerdi
Sokaklar ninni söyler
Kadınlar hamur yoğurur
Çocuklar güneş kokardı
Kim gelir kim geçerdi
Kilitler kapı nedir bilmezdi
Savrulduk ey halkım
Yitirdik ve kaybolduk....





Edebiyat

Edebiyat yeryüzünde insanlığın meydana getirdiği yegane ortak bilinçtir. İnsana dair hiç bir şeyi dışarda bırakmaz. Bu anlamda steril değildir. Ütopik de değildir. Hayat ve insan nasılsa o da öyledir.
Ve süreklidir. Asla tamamlanmış değildir. Süreklidir. Sınırlandırılamaz ve dondurulamaz. Bu haliyle hayatın kendisidir ve hakikidir. Hayatın sadece bir adım arkasında olabilirse de insanın çok önündedir çünkü hayalleri ve tutkuları da içerir. Henüz olmamışın öncelidir de edebiyat.

Tijen Zeybek