Bin kat üstündeyim yerin Bulutlar yastık başıma Bin kat altındayım yerin Toprak yataktır bana Sen geçiyorsun gözümden Gözüm yoldur ince uzun Seni getiren bana
Hiçbir yalnızlık büyük şehirde yaşayan insanları ezen yalnızlık kadar ağır değildir. Büyük şehirler, apartmanlar, gökdelenler ev olamadı, olamaz insanoğluna. O yüzdendir çağlarca insanlık yolunda büyüyen insanın hızla küçülmesi. O yüzdendir insanın insanlığından eksilmesi. Büyük şehir insanı bin yıl da yaşasa göçmendir olduğu yerde. Büyük şehrin yerlisi olunmaz, çünkü beton "yer" sayılmaz. Toprakla birlikte köklerini, tarihini, masallarını, türkülerini kaybeden insan artık belleği silinmiş, insani özellikleri belki bir daha ortaya çıkarılamayacak derecede sindirilmiş kayıp insandır.
Büyük şehrin korkuları da büyüktür. Kemirir insanı. Sokağa adım atmakla varlığından uzaklaşmak bir olur. Onca birbirine yabancı kalabalık arasında kendi varlığını nereye koysan olmaz. Şu yanından geçen sana benzemiyor. Arkandan gelen de. Önünde giden yedi kat yabancı. Kimseye merhaba demeden yürüyebilirsin saatlerce hatta günlerce. Kendini küçültürsün mecburen. Bir "hobi" grubuna dahil olursun ve varlığını hissetmeye çalışırsın. Az çok birbirine benzeyen insanlar olmasını umut edersin. Ama değildir. Değildir çünkü her yalnızlık kendine benzer ve yalnızlık ortaklaşılabilen bir şey değildir. Aslında yalnızlık düşman da değildir. Ancak yalnızlığa mahkum kılınmış insan şakası yok kanserdir. İnsanın insana olan korkusunu ve güvensizliğini besler, büyütür ve onulmaz bir hale getirir büyük şehir. Yalnızlık ve tedirginlik, tedirginlik korku biriktirir çünkü. Birikmiş korkunun sonucu öfkeyle boğulmaktır. Kimi sessizce kendi öfkesinde, öfkesinin dahi farkına varmadan boğulup gider. Kiminde patlar öfke. O zaman kişi bu güne kadar adını koyamadığı, simasını bilemediği, sesini tanımadığı düşmanına zehrini kusmak için somut bir hedef arar. Arar ve bulur. İşsizlerdir, köyden gelenlerdir der. Kendinin de yirmi, otuz, kırk yıl önce köyden geldiğini unutarak. Tinerci çocuklardır der. En masumu suçlu ilan ettiğinin hiç ayırdında olmayarak. Kulağına mutlaka çok eskiden üfürülmüş bir alevi, komünist, solcu, orospu, kötü kadın, iç düşman, hain vs öcüsü vardır. Çıkar gelir belleğin katman katman altından, ete kemiğe bürünür ve cinayet işlenir. Budur büyük şehirlerde toplu olarak ama toplum olamayarak yaşamanın sonu.
Tanrı/Allah/Yaradan var mı yok mu sorunuza kimse cevap veremez. Ne bilim adamları, ne NASA, ne CERN ne de başka bir yer. Bu sorunuza Papa da cevap veremez, diyanet işleri başkanı da, Buda da, Krişna da, Tao da, Mevlana da cevap veremez. Kitaplarda da bulamazsınız tanrıyı. Ne Kuran'da, ne İncil'de ne de Tevrat'ta. Camide de bulamazsınız, ne de kilisede, havrada. Vatikan'da da değildir tanrı, Kabe'de de,Hindistan'da da. Onu içinizde bulursanız var demektir ki zaten o zaman her yerde bulursunuz. Bulamazsanız yok demektir ve zaten o zaman hiçbir yerde bulamazsınız. Lakin yola tanrıyı bulmak için çıkmanıza gerek yok. Yola insan olmak için çıkacaksınız. Eğer insan olma yolunda yürümeyi başarırsanız arasanız da aramasanız da bulursunuz ve bulduğunuzun adını bilmediğiniz için ona Tanrı/Allah/Yaradan dersiniz. Yok insan olmak yolunda yürümeyi başaramazsanız vardığınız yer layığınızdır ama başka bir yoldur. Tanrıya/Allaha/Yaradana yakın olan, insanlaşma yolunda olanın parayla, iktidarla, hırsla, kinle işi olmaz. İsterse her gün bir hatim indirsin. Günde bin kere namaz kılsın. Kendini kiliseye, havraya kapatsın ve yirmidört saat kitabını okusun. Tanrısallığa dahi yaklaşamaz değil ki hakikate. Altın koltukta oturan ve Afrikadaki aç çocuklar için yardım çağrısı yapan Papa şu yeryüzünde Tanrıya en uzak varlıktır.
Eğer kitaplardan tanrıya, allaha ulaşılabilseydi seksi kedicik biriktiren Adnan Hoca bir ermiş olurdu. Diliyle de, eliyle de döven bir zalim olmazdı Tayyip bey. Eğer Kuran okumakla allaha yaklaşılsaydı Muaviye olmazdı, Yezid olmazdı, Emevi olmazdı. Cübbeli Ahmet kendi çocuğundan tahrik olduğunu o yüzden kucağına almadığını itiraf etmezdi.