26 Haziran 2013

NEYE YARAR

İşte, herkesin dört gözle beklediği bahar geldi. Kış’ım usul usul uzaklaşmaya başladı benden. Dedim ona; şimdi git, altı ay önce gel. Şimdi git, hiç gitmemişsin gibi gel, şimdi git, o giden sen değilmişsin gibi gel, şimdi git, gitmenin hafifliğini, kalmanın ağırlığını bırak da gel.  Bak nasıl da sabırsız tomurcuklar dallarda. Bak nasıl da sabırsız aşka acemi yürekler.  Ne bilsinler her baharın çorak yaza gebe olduğunu. Baharın aslında bir düş, bir serap olduğunu.  Ve aşkın da elbette.  Ben bilirim bilmesine de... Benim ki de bile bile lades işte.

Gel bahar. Gel ki elimizden uçurduğumuz barış kuşunu unutalım. Gel bahar. Gel ki Irak’ta parçalanan insanları unutalım. Tırmalanan ruhları, erkenden büyümek zorunda kalan, eli silâhlı çocukları. Açsın akasyalar sarı sarı. Açsın papatyalar da. Sever sevmez yapalım. Açsınlar ki Irak’ta anestezisiz sezaryene yatan kadınları unutalım, prematüre doğmak zorunda kalan bebekleri. Erkenden ölmek zorunda kalan çocukları.  Unutalım. Gökten bomba yağdığını Nisan yağmurları yerine.  Unutalım elma kokulu, zehirli gazları. Biz bahara dalalım, bahar bize dalsın. Bırakalım da becerebilirse buz kesen yüreklerimizi yalasın ılık rüzgârlar. Becerebilirse sarsın ruhumuzu çizen acıları.

Aslında, hâlâ Irak savaşına karşı yollara dökülmedik ya yakışmaz bunların hiçbiri bize. Aslında varsa bir yerlerde adaletli bir tanrı, bıraksın da salkım saçak açmış akasyalara bakalım ama ölü çocuk yüzleri görelim. Tarlaları kırmızıya boyayan gelinciklere bakıp da al kanlar içinde yatan insanlığımızı görelim. Mademki tuzu kuru oturuyoruz evlerimizde ve beğenmediğimiz yemekleri çöpe döküp de yenisini yapıyoruz kendimize Afrika’da açlıktan ölürken insanlar, gömelim burnumuzu güle, gömelim burnumuzu şebboya, gömelim karanfile de hiç koku duymayalım. Gözlerimiz renklerden, burnumuz kokulardan mahrum kalsın. Yediğimiz yemeklerden tat almayalım. Bağlı olsun birbirine bütün hayatlar. Dünyanın bir yerinde savaş varsa, başka yerlerde rahatça uyuyamasın insanlar.  Yataklar ateş, yastıklar diken olsun bize. Afrika da aç olduğu sürece çocuklar yemekler zehir zemberek olsun toklara. Mademki Amerikan halkının yüzde yirmi beşi obeziteden ölürken, Iraklıların yüzde yirmi beşi ölüyor yetersiz beslenmeden,  hiçbir boğazdan geçmesin lokmalar rahatça.

 Kaç tane Rachel gerek durdurmak için savaşları, kaç canlı kalkan. Kaç çocuk ezilmeli İsrail tanklarının altında. Kaç çocuk gövdesi dikilmeli torba gibi.  Kaç milyon acının fotoğrafını basacak gazeteler, kaç milyon kişi azap çekecek yaşadıkça. Ve daha ne kadar seyredecek insan olarak doğup da insan gibi kalmayı başaramayan yığınlar bu utancı sessizce. Hatta daha ne kadarı seyretmeyecek bile televolelerden başını alıp da.  Daha ne kadar Bir Nisan şakası olacak savaşların son bulması, üstelik savaş kışkırtıcısı, barış düşmanı, insanlık suçlusu diktatörlerin televizyon kanallarında.  

Gel bahar, gel... geldin işte. Kaç para geldiysen bile. Bütün tomurcukların yaralı, filizlerin kırık, gövdende su yürüyen kılcal damarların kanamalı olduktan sonra. Ruhlardaki sarsıntı gözlere iniyor perde perde. Artık bu vakitten sonra pembeye kesse her yan, kırmızıya boyansa tarlalar, sapsarı olsa yol boyları, sokaklar... Söylesene bahar, neye yarar. Neye yarar gazete sayfalarından fırlayan çocuk gözlerinden akıyorsa yaşlar, neye yarar çocuk gövdelerden akan kanlar bulaşıyorsa ellerimize –fark etmez uzaktan yakından- akıyor ve bulaşıyor kanlar. Neye yarar dünya bir tiyatro sahnesine dönmüşse ve baş aktörleri alkışlamaktan başka işe yaramıyorsa ellerimiz, neye yarar bu kötü senaryoyu sahneleyenleri yuhalamaktan başka işe yaramıyorsa dilimiz. Neye yarar? 



Tijen Zeybek
01-03-2003