Yumuşacık, ipeksi dokunuşlardan doğan melodi doluştu önce
kulaklarıma. Kendini doğuran dokunuşlar ve dokunuşlara olanak tanıyan parmaklar
da en az müziği kadar yumuşacık görünüyordu.
Öylesine, kaygısız, suyun üzerinde salınıp duran bir tüy gibiydi
devinimleri.
Biraz sonra hızlanan, açılıp kapanan parmaklarla birlikte müzik de değişti,
yumuşaklığından sıyrıldı ve vurucu tınılar kulaklardan sonra yürekleri de
doldurdu.
Şimdi daha güçlü çarpıyordu kralların geçtiği yoldaki
sütunlara ve Salâmis’in ölümsüz, bilge yontularına. Görülemeyen ama sezilen
kanlı canlı bir varlık gibiydi Paco Pena’nın müziği. Parmaklarının ucundan akan
ruhu önce gitarının tellerine, sonra da müziğine yaşam veriyordu. Kulaklarımıza
ve yüreklerimize akan bu müzik aşkın, tutkunun, kavganın müziğiydi. Bu duygular
gibi inişli çıkışlı, yumuşak-sert, uzlaşmacı-kavgacı bir müzikti.
Gitarıyla “bir” olan sanatçı İspanya toprağının ve ikliminin
karşıtlıklarıyla müziğini özdeşleştirmiş
gibiydi.
Gözlerimi kapatıp kendimi müziğin bende uyandırdığı
çağrışımlara terk etmiştim ki var olana yeni bir “ses”in yeni bir “şey”in eklendiğini duyumsadım. Ziller! İspanyol
dansının simgesi kastanyet. Asi, mağrur ve tutkulu kadınların parmaklarında
dillenen ziller. Gitarla zillerin
karşılıklı meydan okuyuşlarında -hem
görsel hem de işitsel- bir hazlar çeşitlemesiyle kendimizden geçtik bir süre.
Ve dans. Müziğin insan ruhunda yarattığı fırtınanın dışa
vurumu, ketlenemez akışı. Fırfırlı etekler ve şallarla bezenmiş bedenlerin, müziğin ritmiyle sarsılan,
savrulan, kıvrılan o törensel dansı. Duyguların
vücut dilinde ifadesi. Öylesine kuşkuya yer bırakmaksızın açık seçik ve
kesindi ki bu ifade, aşkı, tutkuyu, öfkeyi ve isyanı gözünüzle görebilirdiniz
sahnede. Sözcükler bir kenara dizilip saygıyla eğilmeliydi ve eğildi de Paco Pena’nın müziği karşısında
o gece.
Topukların yere vurulmasından çıkan kavgacı, isyankâr,
yıkıcı ses yüreklerimizin düzenli, bildik ve yapıcı, yaşatıcı vuruşuyla
karıştı. Ona müdahale etti. Yürek atışları da hızlandı. Müzikten akan
enerji dansçıların vücudunda açığa çıktı ve herkese bulaştı. Antik
tiyatronun yüzyıllardır uyuyan heykelleri bile efsanevi çağlarını bırakıp geldiler.
Çok çok güzel bir geceydi. İspanyol müziğinin yakıcı nefesi
ruhlarımızı yalayıp geçti.
Tijen Zeybek
1/7/2000