23 Aralık 2013

Evimizin Faşistleri

İnsani arzuları ve düşleri ortaya çıkaran bir etkinlik yerine faşizan arzuları kaşıyan, bu dehşet programlarına karşı kendimizi nasıl koruyacağız? Dibe vurmayı bekleyen varsa çok yanılır. Düşmenin sonu yoktur… çünkü dip diye bir yer yoktur…

Şişman insanları günümüz dünyasında asla kabul görmeyen beden ölçüleriyle dans ettirip seyircilerini eğlendiren, konuşma engellileri, tikleri olanları çeşitli bedensel sorunları nedeniyle onların hayatlarını zorlaştıran bu özelliklerini reyting artıran faktörler olarak görüp insanın acımasız yanına çerez olarak sunanları, insanların fiziksel özellikleriyle “yastık suratlı”, “bodur”, “at suratlı” vb ifadelerle toplum önünde aşağılayanları, konuşmak isteyen sözde stüdyo konuğu genç kıza “sen git de önce şu dişlerini yaptır” diyerek ağzını kameralara doğru açmaya zorlayarak ruhlarına sinmiş faşist eğilimlerin su yüzüne çıkmış halini, apaçık bir patolojiyi program formatı diye yutturanları avuçlarımızı patlatırcasına alkışladığımız sürece Hitler’i ve onun yüz binlerce insanın gaz odalarında öldürülmesine yol açan “ari ırk” tutkusunu nasıl kınayabiliriz?

Sefil bir mutfak eşyası için fiziğinden sömürebileceği, fütursuzca aşağılayıp alay edebileceği muhtaç insanları konuk diye seçerek, yaşlarına başlarına bakmaksızın bir parça hali için onlara “muhterem “seyirciler” önünde takla attıranları bize alkışlatan, böylesine insan onurunu ayaklar altına alan tutumlar karşısında ağlamamız, utançtan yerin dibine girmemiz gerekirken, bizi güldüren ne mene bir duygusal deformasyondur hiç kimse merak etmiyor mu?

“Olağan” durumlar evimizin içinde hüküm süren bu estetik faşizmi ve böylesi faşizan eğilimlerini televizyon programları sayesinde tatmin edip bu yolla kazandığı paraya da meşruiyet kazandıranları, bu düpedüz hastalıklı eylemi meslek, hatta sanat diye yutturanları bağrımıza bastığımız, bunu gayet “olağan” saydığımız sürece olağandışı durumları bahane ederek ya da onları bizzat yaratarak faşist emellerine yol açanları diğerlerinden nasıl ayırt edeceğiz? Onları ne zaman, hangi ahlaki, insani ya da etik sınırı yerle bir ettikten sonra durdurabileceğiz? Ya da durdurabilecek miyiz? Seyirci eşliğinde ve seyirci onayıyla gerçekleşen bu “kusurlu” insanların parça parça edilişi size roma imparatorluğu döneminde krallara hazırlanan arena eğlencelerini hatırlatmıyor mu?

Ya çocuklar? Çocuklarımız… ekran karşısında bir çift gözlük, bir şişe parfüm için yapmadığı kalmayan yaşlı başlı kadınları, kendini perdenin arkasındakine beğendirerek armağanlara ulaşmak için yerlere diz çöküp, pırasa, patlıcan ve program sunucusunun odipal, libidal sorunlarına iyi bir referans olan, bel altı imaları eşliğinde “kendini elletenleri” ve onları bu tutum ve davranışlarından dolayı şehvetten kendini kaybetmiş bir vaziyette, coşkuyla alkışlayanları görerek büyüyen çocuklar evde, işyerinde, sokakta karşılaştıkları tacizcilerine karşı ne hissedecekler? Onlara karşı mı duracaklar, yoksa bunun maddi karşılığı olduğu sürece kabul edilebilir bir şey olduğuna kanaat getirip boyun mu eğecekler? Hepimiz aklımızı mı kaçırdık, yoksa topluca hipnoz altında mıyız?

İnsanların eline mikrofonu tutuşturup şarkı söyletirken kendi bir köşeye çekilip, yere çömelerek yüzünü gözünü buruşturarak ıkınma iğrençliğini sergileyen memedali beyleri komik buluyorsak tuvalette kendi kendimizle baş başa kalınca niye kahkahalar atmıyoruz söyler misiniz?

İnsani arzuları ve düşleri ortaya çıkaran bir etkinlik yerine faşizan arzuları kaşıyan, bunu normalleştiren, sıradan hayatın içinde buna geniş, oldukça geniş bir yer açarak onları durmaksızın alkışlatan, hayatımızın, taa evimizin içine sokarak olağanlaştıran bu dehşet programlarına karşı kendimizi nasıl koruyacağız? Dibe vurmayı bekleyen varsa çok yanılır. Düşmenin sonu yoktur… Çünkü dip diye bir yer yoktur. İnsanın trajedisi buradadır işte.


radikal 2, 05 şubat 2005