4 Ekim 2012

Tabiattan Başka Şeriat Tanımam

Arada bir olur. Bir serçe, ya da bir kırlangıç yolunu şaşırır –ki biz insanlar onların yolunu şaşırması için elimizden gelen her şeyi yapmışızdır- benim güneşlik/atölyeme dalar. Yerden tavana kadar şeffaf camı algılamakta zorlandıklarından olur bu. Nasıl olursa camın açık kısmından içeri dalıverirler. Bugün sabah evin içinde yankılanan “cik ciiiiiik” sesiyle uyandım. Çok feryat figandı. Sesi takip ederek güneşliğin kapısına kadar vardım. Bir de ne göreyim. Şovalemin üzerinde, tuvali koyduğum ahşap kısmın yüksekliğini ayarlamama yarayan mekanizmaya konmuş bir serçecik  Telaşlı telaşlı bakınır. Onu ürkütmemeye çalışarak içeri girdim ama ne mümkün! Serçeçikler insanlarla yaşamakla beraber asla onlara güvenip evcilleşmemişler. Çok da haklılar. Ben daha içeri adımımı atar atmaz pırrrrrrrr diye uçuverdi ve kütt cama tosladı. Benim alnım öyle bir acıdı ki o anda az kalsın bayılacaktım. Düştüğü yerden almak ve onu salıvermek ve daha fazla acımamak için dudaklarımı ısırarak usulca ona doğru hareket ettim. Yaramaz şey! Gene pırrr diye uçuverdi ve var gücüyle cama tosladı; Ahh! Bu sefer alnımda kocaman bir kırmızı leke ve yumurta gibi bir şişlik oluştu. Yemin ederim. Neyse ki bu son oldu. O minicik tüy yumağını yakalamayı başardım. Yüreciği elimin altında deli gibi atıyordu. O camı oraya öyle koyduğumuz için ondan özür diledim, bizi affetmesini istedim. Sonra da öpüp koyuverdim gitti.


O özgürce uçunca benim alnımda da ne acı kaldı ne şişlik. Diyeceğim o ki hayat etrafımızdaki tüm varlıklarla güzel. Onlarla uyum içinde olduğumuz müddetçe güzel. İnsanca yaşamanın tek koşulu doğaya ve onun varlıklarına saygılı bir yaşam modelini kurmak. Aksi halde… Aksi hali bugün yaşadığımız cehennemdir işte ve beteri de vardır. Yolculuğumuz ne yazık ki ona doğrudur. Bu hırs, bu hınç nedir, neyedir anlamıyorum ben hiç. Büyük, daha büyük ev, daha çok bina, daha çok araba, daha çok asfalt, daha çok beton ve giderek daha az insanlık. Çünkü bunlar insanın insan yapan özellikleri ona unutturan, onu eksilten şeyler. Bir kuş için endişelenmeyen, bir serçenin ya da kedinin veya köpeğin hayatına saygı duymayanlar insan hayatına da saygı duymazlar. Can dediğimiz o meseleye kafa yormak lazım.

O yüzden mezarlıklar önemli. Mezarlıklar şehirlerin içinde olmalı. Tam kalbinde. Bakımlı, ağaçlık, çiçekli olabilir. İnsanlar kolaylıkla, sık sık gidip, oraya elcikleriyle gömdükleri sevdiklerinin mezarı başında durmalı, düşünmeli. Eni sonu, hepi topu şu dünyada yürüyüp varacağımız yer orası. Bunu iyi bellemeli. Biriktirdiğimiz onca dünya malını ne yapacağız. Şu hakikat gün gibi duruyor karşımızda; Yalnız ve çıplak geldiğimiz şu dünyadan yalnız ve çıplak göçeceğiz. Bu bizden hiç saklanmadı. O zaman bu telaş, bu hırs, bu hınç niye. Derdimiz nedir ki.

Daha önce söylemiştim, yazmıştım. Tabiattan başka şeriat tanımam demiştim. Tanımıyorum. Yemyeşil tarlaları, ulu ağaçlarla kaplı ormanları, billur sular akan çağlayanları teker teker arsızlığımıza kurban edip dünyanın canlılığını katrana ve betona gömerek kendi cehennemimizi elimizle yaratıyoruz. Tanrı hazretleri bir yerlerden dünyaya bakınca dört kitabında da tarif ettiği korkunç cehenneminin bir prototipinin budala insanlar tarafından yeryüzünde nasıl da özenle yaratıldığını esefle izliyordur. Kendi cehenneminin insanları neden korkutup da iyiliğe yönlendirmediği üzerinde artık kafa yormaya başlasa yeridir.

Tijen Zeybek - Mayıs 2012