24 Haziran 2013

AĞAÇLARA KIYMAYIN EFENDİLER


Kırlangıçlar geldi gelmesine de hepsinde bir küskünlük var bu sene. Tek tek yüzlerine baktım... hepsinde dehşetli bir hüzün vardı. Utandım, soramadım, neden diye? Soracak yüzüm mü var. Demezler mi, dallarında yuvalarımızı bıraktığımız ağaçları size emanet etmiştik, demezler mi, hani nerde o güzelim hanaylar.  Ağaçsızlık bu,  bulutsuzluk, yağmursuzluk. Bir ben bilirim acısını, bir de kuşlar. Betona teslim bir ülkenin kanadı kırık kuşları oldu kırlangıçlar. Herkes ağlar buna, Alıç da ağlar, Zeytin de ağlar. Mesarya mı? Hiç sormayın. Mesarya kendi intiharını yaşar.

Gelişmenin bedeliymiş betonlaşma. Öyle mi?  Hangi gelişmenin bedeli bu. İnsanlığın gelişmesinin mi? Betonlaşarak gelişince daha az aç insan mı olacak, dilenen çocuklar olmayacak mı sokaklarda.  Daha güler yüzlü mü olacak insanımız, daha mı huzurlu dalacak uykularına. Binlerce arabayı da gelişmenin bir sonucu diyerek sokmadık mı hayatımıza? Şimdi baksanıza halimiz nice oldu. Bütün ovalar asfalt, bağlar bahçeler yol olduş. Kaldırımlar da işgal altında. Yetmedi arabalara memleket, yetmeyecek de. 

Şimdi sıra sahillere geldi, ormanlara geldi. Son otuz yılda yaptığımızdan daha çok inşaat yapmışız son iki yılda. Bütün Karpaz ve Girne ve Lefke ve Lefkoşa ve Mağusa, hepsi betona teslim. Peki, bir sabah uyanıp da kendimizi yabancı hissedince ülkemize, küsmeyecek miyiz hayata? Bir sabah uyanıp da kendi coğrafyamız yedi kat yabancı görünürse gözümüze canımız yanmayacak mı?  Onca dikenli tel, onca askeri bölgeden sonra betonlarda mı hürriyet?  Çıplak ayak yürüyüp tuzlu sularında ayaklarınızı ıslatamadıktan sonra neye yarar sahil, altın kumlarında rüzgârla, oynaşıp, dalgayla kırıştırıp, avuç dolusu deniz kabuğu toplayamadıktan sonra neye yarar ada. Adalı olmak artık mümkün mü bundan sonra...

Kim durduracak bu talanı. Var mısınız kavgaya? Hani Yeşil Barış Hareketi, nerde bu coğrafyanın çevrecileri?  Bakınız, çok ruhsuz bu binalar, bakınız, insan ruhuna çok uygunsuz bu apartmanlar.  Lefkoşa- Mağusa yolunu yaparken asırlık okaliptüsleri katlettiklerinde kocaman bir yara açılmıştı yüreğimde. Ovam kararmış, evim gölgesiz kalmış, sokağım yeşilinden, kendinden  uzaklaştırılmıştı.  Halâ  acıyor yüreğimdeki yara, halâ barışmadı sokağım benimle. Halâ kırgındır buna  Mesarya.

Yolcular iner, yolcular biner görürüm. Güneşin çoktan savaş ilân ettiği bu topraklarda bir avuç gölgecik arar bakışları. Bir tutam koyuluk ararşar bunca çıldırtıcı ışığın gözlerini kör ettiği öğlen sıcağında. Yoktur. Bulunamaz, ne yazık. İzlerim, tabelâların yakıcı gölgesine sığışmaya çalışırlar. Anlıyor musunuz, artık lâmarinadan medet umuyoruz “yeşil” adamızda.  Çok korkarım ağaçsız bir ülkeye uyanmaktan, çok korkarım kuş seslerinden mahrum kalmış bir hayattan. Siz de korkun. Betonlar sizi sevmez, siz de onları sevmeyin. Sesi yoktur onların, gölgesi serin değil. Rüzgâr esse hışırdamaz, yağmur yağınca dirilip, canlanmazlar. Elinizi bir ağacın gövdesinde gezdirin. Bakın, hayattır avuç içinizi gıdıklayıp duran.  Kulak verin. Her ağacın bir masalı vardır ve paylaşır sizinle, karşılıksız.

Hem hangi beton yaşar ki dört mevsimi. Siz hiç baharda çiçek açan apartman gördünüz mü? Siz hiç son baharda soyunan, baharda aşkı çağıran ve yaz boyunca sizi gölgesinde uyutan bir villâya rastladınız mı? 

Ağaçlara kıymayın efendiler, muktedirler. Eğer, eğer bunu da yaparsanız biliniz ki kendini öldürür bu coğrafya. Affetmez bizi ada. Tutamazsınız, ölüm orucuna yatar.  Suyu kirlenir, yağmuru küser, kışı gücenir ve bulutsuzluktan yanar gökyüzü. 

Issızlaşırım, ıssızlaşırız.  Zeytinsiz, alıçsız, çamsız kimin ülkesi olur buralar? Çamsız, selvisiz, efkaliptosuz yaşamak nasıldır, hangi okulda öğrenilir ve istenesi midir böylesi bir dünya?

Ağaçlara kıymayın ey insanlar. Ağaçsız kalırsanız baharsız da kalırsınız, kışsız da. Ve aşksız da elbet. Sevdasız da...


Tijen Zeybek
13-07-2004