Gel bahar. Gel ki elimizden
uçurduğumuz barış kuşunu unutalım. Gel bahar. Gel ki Irak’ta parçalanan
insanları unutalım. Tırmalanan ruhları, erkenden büyümek zorunda kalan, eli
silâhlı çocukları. Açsın akasyalar sarı sarı. Açsın papatyalar da. Sever sevmez
yapalım. Açsınlar ki Irak’ta anestezisiz sezaryene yatan kadınları unutalım,
prematüre doğmak zorunda kalan bebekleri. Erkenden ölmek zorunda kalan
çocukları. Unutalım. Gökten bomba
yağdığını Nisan yağmurları yerine.
Unutalım elma kokulu, zehirli gazları. Biz bahara dalalım, bahar bize
dalsın. Bırakalım da becerebilirse buz kesen yüreklerimizi yalasın ılık
rüzgârlar. Becerebilirse sarsın ruhumuzu çizen acıları.
Aslında, hâlâ Irak savaşına
karşı yollara dökülmedik ya yakışmaz bunların hiçbiri bize. Aslında varsa bir
yerlerde adaletli bir tanrı, bıraksın da salkım saçak açmış akasyalara bakalım
ama ölü çocuk yüzleri görelim. Tarlaları kırmızıya boyayan gelinciklere bakıp
da al kanlar içinde yatan insanlığımızı görelim. Mademki tuzu kuru oturuyoruz
evlerimizde ve beğenmediğimiz yemekleri çöpe döküp de yenisini yapıyoruz
kendimize Afrika’da açlıktan ölürken insanlar, gömelim burnumuzu güle, gömelim
burnumuzu şebboya, gömelim karanfile de hiç koku duymayalım. Gözlerimiz
renklerden, burnumuz kokulardan mahrum kalsın. Yediğimiz yemeklerden tat
almayalım. Bağlı olsun birbirine bütün hayatlar. Dünyanın bir yerinde savaş
varsa, başka yerlerde rahatça uyuyamasın insanlar. Yataklar ateş, yastıklar diken olsun bize.
Afrika da aç olduğu sürece çocuklar yemekler zehir zemberek olsun toklara. Mademki
Amerikan halkının yüzde yirmi beşi obeziteden ölürken, Iraklıların yüzde yirmi
beşi ölüyor yetersiz beslenmeden, hiçbir
boğazdan geçmesin lokmalar rahatça.
Kaç tane Rachel gerek durdurmak için
savaşları, kaç canlı kalkan. Kaç çocuk ezilmeli İsrail tanklarının altında. Kaç
çocuk gövdesi dikilmeli torba gibi. Kaç
milyon acının fotoğrafını basacak gazeteler, kaç milyon kişi azap çekecek
yaşadıkça. Ve daha ne kadar seyredecek insan olarak doğup da insan gibi kalmayı
başaramayan yığınlar bu utancı sessizce. Hatta daha ne kadarı seyretmeyecek
bile televolelerden başını alıp da. Daha
ne kadar Bir Nisan şakası olacak savaşların son bulması, üstelik savaş
kışkırtıcısı, barış düşmanı, insanlık suçlusu diktatörlerin televizyon
kanallarında.
Gel bahar, gel... geldin
işte. Kaç para geldiysen bile. Bütün tomurcukların yaralı, filizlerin kırık,
gövdende su yürüyen kılcal damarların kanamalı olduktan sonra. Ruhlardaki
sarsıntı gözlere iniyor perde perde. Artık bu vakitten sonra pembeye kesse her
yan, kırmızıya boyansa tarlalar, sapsarı olsa yol boyları, sokaklar...
Söylesene bahar, neye yarar. Neye yarar gazete sayfalarından fırlayan çocuk
gözlerinden akıyorsa yaşlar, neye yarar çocuk gövdelerden akan kanlar
bulaşıyorsa ellerimize –fark etmez uzaktan yakından- akıyor ve bulaşıyor
kanlar. Neye yarar dünya bir tiyatro sahnesine dönmüşse ve baş aktörleri
alkışlamaktan başka işe yaramıyorsa ellerimiz, neye yarar bu kötü senaryoyu sahneleyenleri
yuhalamaktan başka işe yaramıyorsa dilimiz. Neye yarar?
Tijen Zeybek
01-03-2003