Pahalı elbiseler giymiş bir kadınla bir erkek kapıdan içeri
girdiler. Tavanı balonlarla süslü salonda ayrılmış masaları onları
bekliyordu. Bütün masalar çiçeklerle
süslenmiş, kadehler içkilerini bekliyordu.
Rimelliydi bütün kadınların gözleri ve istisnasız bütün dudaklarda ruj
vardı. Meyveli sakız tadındaydı tüm rujlar.
Çok uzakta değil, belki de yüz metre ileride iki minik
kız çocuğu koyun koyuna yatıyordu. Kirli saçları bit kaynıyor, gözleri çapaklı. Üşümekten morarmış cılız
parmaklarında, uzamış, içleri kir dolu tırnakları kırmızı ojeyle boyalı.
Yatakları kirli bir şilte. Kim bilir kaç çocuğun sidiği, kaç sarhoşun kusmuğu
kurumuş üzerinde.
Varsıl kadınlar ve erkekler ve onların çocukları sıcacık arabalarından inip sıcacık salonlara
giriyorlar. Her yan ışıl ışıl yılbaşı süsleriyle donatılmış. Çam ağaçları var görkemli, yapraklarının
arasından renkli ışıklar saçan. Kadınların dudaklarındaki gülücükler
nedendir bilinmez gözlerine pek
yansımamış. Erkeklerse kolları yanlarındaki kadının belinde, gözleriyse
diğerlerinde.
Az ötede, o sefil evde, iki sıska kız çocuğu kendi
nefeslerinden ısınmaya çalışıyorlar. Birazcık ısınsalar, belki çocuk yürekleri
için bu bile yetecek, dayanamayıp birbirleriyle oynaşıp, kıkırdayacaklar. Oysa gülmek yasak onların dünyasında. Hep
yorgun, hep öfkeli babalar var, kızgın, hiddetini yatıştıracak yer arayan abiler, anneler var. Kim bilir kaç
tokadın, hangi acımasız dayağın davetiyesi
olur o masum, çocukça
kıkırdamalar.
Upuzun masalarda yüzlerce çeşit yiyecek. Birbirinden şık
mumlar ve örtüler. En güzel yemekler, tatlılar ve meyveler. Aşçı en paralı
misafirler için en pahalı yemeklerini hazırlamış.
Tabaklar kadınlardan bile süslü. Ve manikürlü, pedikürlü ,
beyaz eller uzanır onlara. Biraz şundan
biraz bundan. Çoğu belki kalacak
sonunda. Onca güzelim yiyecek çöpü boylayacak. Kimin umurunda.
Öbür yanda bir kadın,
karnı burnunda. Tanrı bilir bu kaçıncı gebeliği, kaç tane ölmüş, kaçı yaşamakta.
Bir tencere kaynıyor ocağın üzerinde. Kötü bir koku yağlı buharıyla birlikte
yayılmakta her yana. Portatif televizyon,
komodinden bozma bir masanın üzerinde
sosyetenin yılbaşı partisini gösteriyor.
Adam açmış ufak rakıyı, bir kutu yoğurt, birkaç dilim de elma saat on
ikiyi bekliyor. Herkes gibi o da saat on ikiyi bekliyor. Yazgısını değiştirecek
sihirli değneği bekler gibi.
İçkiler su gibi akmakta
lüks otelin balo salonunda. Orkestra en güzel parçaları çalmakta. Kadehler bir
biri ardına kalkıyor yeni gelen yılı karşılamak için. Herkesin ve her şeyin
şerefine içiliyor. En çok “Mutluluğumuza” sözcükleri dökülüyor
dudaklardan. Kafalar hafifçe dumanlanırken, sigaralar daha derin çekilip daha
az üflenmeye başlıyor. Sonra süslü
çamlara, noel ağaçlarına yakışır bir adam giriyor kapıdan. Noel Baba! Ne kadar
da mutlanıyor herkes. Bütün eller havada.
Noel baba “hayal” satıyor. Herkesin kendi hayalini gene
kendine. Noel Baba kılığında bir adam, bembeyaz sakalı ve kırmızı paltosuyla
bir başka dünyanın sevincini getiriyor bizim buralara. Ne zamandan beridir,
unuttum. Elini daldırdıkça torbasına,
çukulatalı şekerler çıkarıyor. Çocuklar kapış kapış, çocuklar mutlu, çocuklar
sevinçli, çocuklar sıcacık, çocuklar güvende...çocuklar......
Yüz metre ileride,
sidikli şiltelerinde uykunun yanıltıcı sıcaklığına yuvarlanan iki sıska kız .
Kendileri gibi kirli, gövdeleri gibi hasta, yaşamları gibi acı düşlere dalıyorlar.
Düşlerinin acılığından mıdır yoksa nasırlı, hoyrat ellerin bıktırıcı, kanatıcı
dokunuşlarından mıdır bilinmez sık sık bölünür uykuları. Karanlık düşlerinden karanlık gecelere,
ürkütücü sabahlardan acı sarısı gündüzlere akar durur yaşamları. Hangisi düş
hangisi gerçek. Ne bilsin bu sabiler.
Düşler kâbuslara, yalanlar gerçeklere, çocuklar büyüklere karışmıştır
onların dünyasında. Çocuklar kadın,
babalar erkektir.
Saat tam on iki de noel
baba kılığında bir erkekten sonra “seks ana”
kılığında bir kadın adım attı
salona. Noel baba herkese kendi
düşünü satıyordu bedavadan. Dansöz ise birer parça tahrik, birer parça yatak odası
fantazisi dağıttı “şirketten”. Daha
fazlası masaya çıkaranın ve parayı bastıranındı.
Ertesi sabah varsıllarla
yoksullar gene aynı dünyaya uyandılar.
Hiçbir noel baba sidik kokan mahallelere uğramamış, sıska, hasta, aç
çocuklara çukulata, şeker, oyuncak dağıtmamıştı. Bir gece önce varsıl, yoksul
herkesin mazareti vardı umut için, ne de olsa yeni yıl gelecekti. Şimdi o da
yoktu. Yeni yıl gelmemişti sanki, eski yıl gitmemişti. Çünkü her şey ayniydi.
Tijen Zeybek
31/12/2001