28 Eylül 2015

almak ve vermek


öyle büyümüştü. kimseden bir şey almayı bilmiyordu. hediye bile. ama verirdi. hep verirdi. almayı değil vermeyi severdi. bir gün bir çift saç tokası hediye ettiler ona. sanki elmas yüzük hediye edilmiş gibi, sanki bir hakaret gibi dehşete kapılmıştı. öylesine derin ve tuhaf bir dehşetti ki bu kendi haline şaştı, korktu kadın. sonra fark etti ki ömrü boyunca bir kerecik bile düştüğünde elinden tutulmamıştı. hastalandığında hiç bir el alnını okşamamıştı. hiç kimse ama hiç kimse koşulsuz bir çiçek sunmamış, çocukluğunda ona bir dondurma almamıştı. dile geldi söyledi. isyan etti. ama... dediler, sen hiç istemedin ki... istemeli miydim? e biz nerden bilelim ki sen dardasın? düşündü. salak salak hak verdi. biraz daha büyüdüm, biraz daha hayatı anladım zannetti. ufacık şeyler istedi. ufacık emekler. ufacık zahmetler. ufacık yardımlar. ta ki... işittirdiler ona, para olmazsa olmazdı yardım da. işitti kadın. anladı. dostluk ne yana düşerdi, para ne yana. kardaşlık ne yana düşerdi, çıkar, hesap, kitap ne yana. bu sefer büyüdü hakikaten. illa ki acımak gerek, ötesinde mümkün değil büyümek, bildi, anladı.