Biz bizi yerde bulmadık dediydi horozun biri bir gün.
Kıbrıs horozuydu. Doğrudur. Biz bizi yerde bulmadık.
Uçak yolcularını almaktadır. Uçağa ilk gelenlerden biridir
Tahir. Onun biletindeki koltuk numarası
kaç olursa olsun o hep bir numaralı koltuğa oturur. Özel biri olduğu için kimse
de durup Tahir’le kavga etmez “Kalk yerimden, orası benim” diye tutturmaz.
Tutturmamıştır bu güne kadar. Çünkü herkes, neredeyse tüm Kıbrıs Türk’ü Tahir’i
tanır. Birbirimizi biliriz. Uçağa adım atan her Kıbrıslı Tahir’e merhaba, der.
Hayırdır gene Tahir, gene yolculuk? Diye dürter. Öyle Facebook gibi yalan,
manasız ve bir o kadar da lüzumsuz dürtmeler değildir bunlar. Hakikidirler.
Yaşarlar. Takım elbisesi, kravatıyla Lefkoşa sokaklarında gezen Tahir ve uçakla
Tarsus’taki ailesinin yanına gidip gelen Tahir’le birlikte yenilenir, tazelenir
bu “takılmalar”, dürtmeler. Hayatın içinde ve hayatın kendisindendirler. O
yüzden değerli ve önemlidirler. Çünkü bize bizi hatırlatırlar. Ve içim acıyor
bunu söylerken ama biz “biz”i unuttuk.
Dönelim hikâyemize ki gerçektir.
Tahir gene bir numaralı koltukta yerini almıştır. Hep
bildiği, alıştığı yere oturduğu için yüreğindeki güvensizlik, serçe ürkekliği
biraz yatışmış gibidir. Çoğunluktan farklı olduğunun bilincinde olmanın verdiği
bir çekingenlikle bakınır durur etrafına. Birileri ona selam verdikçe, hatırını
sordukça sevinir, rahatlar, iyi hisseder kendini.
Derken kesilen bilete göre bir numaralı koltuğun sahibi çıka
gelir. Tahir oralı olmaz tabii. Öteki ısrarlıdır ve sorar Tahir’e;
“Sen kimsin lan da kalmıyorsun oradan”, Tahir şaşkındır.
Bütün diğer yolcular da.
“Kim oluyorsun lan sen”. Tahir korkar. Diğer yolcular üzgün
ve telaşlıdırlar. Şimdi ne olacak. Araya girerler,
“O Tahir’dir, hastadır bırak gendini otursun orda”.
“Müsaade edin yahu ne bilir o”
“Hayır, kalkacak!”
“Ayıptır yau, ne günlere galdık”
“Günahtır oğlum, hastacıktır bırak otursun orada”
“Yetkiliye şikâyet edeceğim, kalkacaksın oradan!”.
Adam şikâyete gider. Tahir’i tanıyan, bilen ya da yüreğinde
biraz insanlık olan o anda tanımış olsa bile merhamet etmektedir. Herkes başına
bir şey gelmeden Tahir’i bir numaradan kaldırmak için çabalar.
“Tahir boş ver sen onu. Gel sen buraya otur”
Tahir istemez.
“Tahir gel abam sen benim yerime. Bak burası daha güzel”
Tahir “I ıhı” der, yerinden kıpırdamaz.
Herkes tedirgin.
Derken adam yanında görevliyle çıka gelir. Görevli Tahir’i
yerinden kaldırmak için davranınca bütün yolcular ayaklanır. Herkes Tahir’i
korumak istemektedir. O Tahir’dir. Ne var büyütecek. Ne olmuş yani, ha o
koltuk, ha öteki.
Görevli tepkiyi görünce geri çekilir. Ama asıl “rahatsız”
kişi hâlâ tatmin olmamıştır. Belli ki işi uzatacaktır ve zaten hâlihazırda uçak
yirmi dakika rötar yapmış vaziyettedir.
Kucağı çocuklu bir kadın, bizim kadınımız, yerinden kalkar.
Tahir’in yanına gider. Tatlı tatlı konuşur, yüzüne güler.
“Gel abacığım” der. “Gel sen benim yerime otur. Bak burası
da ön. Hem o koltuk yaramazdır. Uçak kalkınca sallanır o koltuk. Gel sen,
burası daha güzel”.
Tahir’in gönlü olur. Oturduğu yerden kalkar, diğer yolcunun
yerine oturur. O da bir başka yere. Bir numaralı koltuğun yarım saatlik oturma
hakkını satın alan adam kendinden memnun geçer oturur yerine. Uçaktakiler
kocaman bir protesto alkışı koparırlar kendi kendilerine homurdanarak;
“Afferim be sana”
“Gel olan bir guruş vereyim çok mühim iş yapdın”
“Vallahi bravo”.
İnsanın üzerine çok varmamalı. İnsanlarla oynamamalı. Bir
yerleri, bir ince yerleri var, işte oraya dokunmamalı. Korkmalı insanların bu
tarafından. Böyle diyor İnce Memed romanın bir yerinde. Nicedir üzerimize çok
varıyorlar, nicedir bizimle oynuyorlar, nicedir ince yerlerimizi hoyratça
çiğniyorlar. Biz bizi yerde bulmadık dediydi horozun biri bir gün. Kıbrıs
horozuydu. Doğrudur. Biz bizi yerde bulmadık. Yedirmeyiz kendimizi, hele
Tahir’lerimizi.
Tijen Zeybek (Şubat, 2012)