Kışın hiç uğramadığı bir coğrafyanın, güneş yanığı çocukları
olarak güz düşleri görüyoruz. Sarıya,
turuncuya, kırmızıya eğilimli yazılar yazıyor, şiirlerden birer sığınak
kazıyoruz kendimize. Sarıya ve turuncuya meyilli yazıların hürriyete ve
demokrasiye ağıt yakması doğaldır belki de.
Kim bilir, böylesi güz düşkünü insanların yazılarına gri/beyaz
bulutların, şiirlerine sağanak yağmurların musallat olması da doğaldır belki. Yazın fazla geliyor olması, güneşin ışığının
fazla aydınlatıyor olması şiire yazgılı olmamızdandır. Sabahtan akşama her noktayı, duvardaki her
çatlağı, topraktaki her kımıltıyı gözümüze gözümüze sokan güneş hayda hayda
gösterir hayatın ve faşizmin iğrenç yüzünü bu ülkede.
Güz düşlerine dalmak niyetiyle uykuya yatıyorum ben her
gece. Güz düşlerimin ertesinde bilirim ki incitici yazılara ve yaralayıcı
şiirlere gebe olarak uyanacağım. Tahammül ötesi ışığını tepemize salan güneşin
altındaki sabahlara her şeyin üstüne acıtıcı suyundan döken bir simyacı gibi
uyanacağım. Bulutsuzluk ve yağmursuzluk cenderesinden avuçlarımda kendi tuzlu
sularımla kurtulacağım.
Her şeyin üzerinde sertçe bir rüzgâr essin istiyorum şimdi. Meselâ
televizyonda, yeni açtığı sergisinden heyecanla söz eden ressam, adamızı
paylaştığımız Rum halkından “karşı
unsur” diye söz ettikçe, hızlı bir
sonbahar rüzgârı deli deli essin, katıp önüne kinayeli ve hasım gören
sözcükleri, darmadağın etsin, yerlerde sürüklesin diye bekliyorum. Oysa her yerde güneş, her yerde sıcak, her
yerde çöl ıssızlığı var.
Kışın hiç uğramadığı bir coğrafyanın, güneş yanığı çocukları
olarak doğduk. Sonra, barışın bir türlü uğramadığı bir ülkenin savaş yeniği
çocukları olarak büyüdük. Hayatımızın ortasında hep korku oldu. Hayatımızın
orta yerinde hep kurşun, bomba, çatışma ve yaz akşamlarının yasemin kokulu
havasına inat barut kokusu oldu. Bundan
da beter iz bıraktı göçler. Ölümden ve savaştan da beter, bir koyu gölge
halinde yer aldı göç, geride kalan her çocuğun, her kadının, her erkeğin
ruhunda. Kimimiz savaşta öldük. Savaşta
ölmeyenlerimizi en sevdiğinin ölümü mahvetti. Savaşta ölmeyen biri varsaydı
eğer ve sevdiklerinden birini de yitirmediyse, o da göç etti bu ülkeden, gitti
nihayette. İşte budur Kıbrıslı Türk demek. Ne tarafından baksan, kolu kanadı
kırık, ne tarafından baksan yaralı bir bilinç ve ne tarafından baksan
hırpalanmış, kışa da yağmura da, barışa da hasret mi hasret.
Bu yüzden işte, sertçe bir rüzgâr essin istiyorum şimdi.
Katıp önüne götürsün her şeyi. Meselâ, yeni sergisini açan ünlü
heykeltıraşımızın “Barışı isteyen ve barışı istemeyenleri bir birine daha hoş
görülü davranmaya çağıran” sergisini iyice bir dağıtsın istiyorum. Ben barışı
istemeyenlere hoş görülü davranmak istemiyorum. Kimse de öyle davranmasın.
Barış istemeyenlerle uzlaşacaksak eğer Hitler’i de şimdi, buracıkda affetmek
lazım. Hatta Şaron’dan özür dilemek, Pinochet için günah çıkarmak
gerekecek. Bu yüzden güz düşleri görmeye
yatıyorum hep. Bu yüzdendir uykulara sığınışım.
Şiirin, resmin, yazının, müziğin yetmediği yerde rüzgâr olup
deli deli esmek lazım. “Uzlaşma kültürü” dedikleri, “Uzlaşım eğitimi”
dedikleri buysa eğer vazgeçelim bu
kültürden de eğitimden de. Vazgeçelim de zehirlemeyelim ne sanatımızı ne de
kendimizi. Psikolojiye ucundan, kenarından bulaştığım gün, bu bilim dalının bu
günkü haliyle sadece insanlara her şeyi olduğu gibi kabul etmelerini öğütleyen,
vahşi kapitalizme direnen, onun bir “çıktı”sı olmak istemeyen insanları
çarklara karşı daha az direnç göstermeleri için ikna etmeye uğraşan yeni bir
yöntem olduğunu düşünmüştüm. Bu beni epeyce ürkütmüştü. Uzlaşma denen şey de
onun bir parçası olarak bir başka koldan sokuluyor hayatlarımıza.
Uzlaşın ve unutun her şeyi. Uzlaşın ve vazgeçin kendinizden.
Uzlaşmak için küreselcilerle istifa edin milliyetinizden, utanın ana
dilinizden, çok görün kendinize bir avuç toprağı, o topraklarda kendi kendini
yönetip hürriyet içinde yaşamayı, uzlaşın azınlık haklarıyla ve ikna olun tarih
diye bir şey yok her şey biyografi deyen akılla. Uzlaşın ve buharlaşın. Ben
uzlaşmıyorum. Ben sevilesi olmayan hiçbir insanı sevmiyorum ve nefret etme
hakkımı saklı tutuyorum.
En deli rüzgâr asıl şimdi lazım... En deli yağmur, şimdi.