O özgürce uçunca benim alnımda da ne acı kaldı
ne şişlik. Diyeceğim o ki hayat etrafımızdaki tüm
varlıklarla güzel. Onlarla uyum içinde olduğumuz müddetçe güzel. İnsanca
yaşamanın tek koşulu doğaya ve onun varlıklarına saygılı bir yaşam modelini
kurmak. Aksi halde… Aksi hali bugün yaşadığımız cehennemdir işte ve beteri de
vardır. Yolculuğumuz ne yazık ki ona doğrudur. Bu hırs, bu hınç nedir, neyedir
anlamıyorum ben hiç. Büyük, daha büyük ev, daha çok bina, daha çok araba, daha
çok asfalt, daha çok beton ve giderek daha az insanlık. Çünkü bunlar insanın
insan yapan özellikleri ona unutturan, onu eksilten şeyler. Bir kuş için endişelenmeyen, bir
serçenin ya da kedinin veya köpeğin hayatına saygı duymayanlar insan hayatına
da saygı duymazlar. Can dediğimiz o meseleye kafa yormak lazım.
O yüzden mezarlıklar önemli. Mezarlıklar
şehirlerin içinde olmalı. Tam kalbinde. Bakımlı, ağaçlık, çiçekli olabilir.
İnsanlar kolaylıkla, sık sık gidip, oraya elcikleriyle gömdükleri sevdiklerinin
mezarı başında durmalı, düşünmeli. Eni sonu, hepi topu şu dünyada yürüyüp
varacağımız yer orası. Bunu iyi bellemeli. Biriktirdiğimiz onca dünya malını ne
yapacağız. Şu hakikat gün gibi duruyor karşımızda; Yalnız ve çıplak geldiğimiz
şu dünyadan yalnız ve çıplak göçeceğiz. Bu bizden hiç saklanmadı. O zaman bu
telaş, bu hırs, bu hınç niye. Derdimiz nedir ki.
Daha önce söylemiştim, yazmıştım. Tabiattan
başka şeriat tanımam demiştim. Tanımıyorum. Yemyeşil tarlaları, ulu ağaçlarla
kaplı ormanları, billur sular akan çağlayanları teker teker arsızlığımıza
kurban edip dünyanın canlılığını katrana ve betona gömerek kendi cehennemimizi
elimizle yaratıyoruz. Tanrı hazretleri bir yerlerden dünyaya bakınca dört
kitabında da tarif ettiği korkunç cehenneminin bir prototipinin budala insanlar
tarafından yeryüzünde nasıl da özenle yaratıldığını esefle izliyordur. Kendi
cehenneminin insanları neden korkutup da iyiliğe yönlendirmediği üzerinde artık
kafa yormaya başlasa yeridir.
Tijen Zeybek - Mayıs 2012