Gazete köşelerinden ekranlara bir unvan enflasyonudur da
gidiyor. Herkes dr, herkes doç, herkes psikolog, sosyolog, uzman, yardımcı doç,
profesör. Bunların yanına ekleyin diyetisyen, estetisyen, astrolog vs. En dam
üstünde saksağan vur beline kazmayı kıvamında olan unvan ise hayat koçu.
Koyunun erkeği olan, bildiğimiz boynuzları olan ya da olmayan, öz hakiki,
doğal, normal, organik koç dışında başka bir koç bilmezdik. Ha bir de koyunun
koçundaki kim bilir neye özenerek erkek çocuklarını koççum benim diye seven
erkeklerin ağzından duyuyorduk bu sözcüğü. Derken hayatımıza televizyon girdi
paldır küldür ve sonra da diziler. Beyaz Gölge diye bir tanesi vardı ki bir
lisenin basketbol takımının maceralarını anlatıyordu. İşte orada tanıştı bir
nesil insanın koçuyla. Basketbolun antrenörü olmuyordu demek ki, ne de kaptanı.
Burada bambaşka bir kılıkta çıkmıştı karşımıza sözcük. Elbette Anglosakson
coğrafyada bizde yaşanan (münasip) hoşluk yaşanmıyor. Onlarda zaten sözcük koç değil coach ve çalıştırmak,
yetiştirmek anlamlarında kullanılıyor. Amma akıl vermek, akıl hocalığı yapmak
anlamları da var. Bu durumda yaşam koçu akıl koçu oluyor. Aklınız azaldıkça -ki
azalsın diye çabalıyor düzen- koçunuza gidiyorsunuz, yüz lirayı bayılıyorsunuz o da Amerikan tandanslı kurlarla arttırılmış
kendi akılcığından akıl beğenip size veriyor. Hangi üniversite, hangi fakülte,
hangi enstitü bu kürsüyü açmış, nerde eğitim veriyor, kaç yıl diye soracak
olursanız ki hiç sormuyorsunuz be insanlar cevabım öyle bir kürsü ve öyle bir
okul, eğitim kurumu yok. Genellikle ABD kaynaklı kurslar var. Önce oralarda
"trainer"leri yetiştirip Anadoluya saldılar. Şimdi de onlar sürü sürü
koçlar yetiştirip toplumların bağrına salıyorlar. Kurscular. Bunlar ne iş yapar
diyecek olursanız bunlar kursçu. Afili kurs diplomaları var duvarlarında asılı.
Her neyse esas konumuza dönelim; unvanlar ve unvansız varolamayan yeni nesil
insan türcüğü.
Bunların arasında zaman öyle getirdiği için, konjonktürel
olarak ortam uygun olduğundan, rüzgarın yönü öyle estiğinden vs hacılar,
hocalar, ilahiyatçılar, imamlar, fıkıh uzmanları, İslam alimleri, din erkekleri
ordusu var. Vallahi gözümüz yok neden olsun ki ama Türk Ordusundan kalabalık ve
zenginler. Bülent Arınç'ın deyişiyle "Güzel Allahım verdikçe veriyor,
verdikçe veriyor". Bunlar kahır ekseriyeti sakallı erkekler. Yuvarlak
sakallı. Yanakları al al. Arada hort zort edenler olmuyor değil ama onlar hemen
ekranlardan uzaklaştırılıyor. Ekranlara arz-ı endam ettirilenler sakin
görünümlü, tatlı dilli, hoşsohbet. Sunucular ya da program yapımcıları bunlar
karşısında bir ezik, bir mahcup, bir neredeyse suçlu hallere bürünerek
konuşuyorlar. Bol haşa'lı, estağfurullahlı, zat-ı alinizli, hocamlı cümleler
kuruluyor bu programlarda. Sık sık Allah'ın iznine başvuruluyor. O kadar sık
başvuruluyor ki, tövbe tövbe, sanırsınız Allah stüdyoda bir yerde oturmuş
bunların programını yönetiyor. Bunlar Muhammed dedikçe, Mevlana dedikçe,
efendimiz dedikçe, Kuran, ayet, sünnet dedikçe program sunucusu koltuğunda
ufalıyor ufalıyor ufalıyor parmak çocuktan beter oluyor. O kadar ki ekrandan
bakınca hocam hocam dediği adamdan yaşça büyük olduğu belli olmasına rağmen
kabahat işlemiş de okul müdürünün karşısına çıkarılmış ilkokul çocuğu gibi
davranıyor. Bütün bu hocaya saygı, hocanın dediklerini can kulağıyla dinleme ve
anlattıklarıyla imana erme ambiansı da yetmiyor, bir yandan da hocaya hayran
izleyici mektuplarından satırlar ekranın altından okutuluyor. Kolaysa imana
gelmeyin artık. Topluca gelindi zaten. Benim bu gidişata katkı koyacak naçizane
önerim her eve bir cami fikridir. Derhal gerekli yasal düzenlemeler yapılsın ve
bütün villaların bahçelerine havuz yerine münasip ebatlarda minareli cami
dikilsin.
Mimar mühendisler camisiz minaresiz proce zinhar çizmesin.
Tijen Zeybek - Mart, 2013